Bu Blogda Ara

29 Kasım 2009 Pazar

TENİS (TEKNİK)

BASİT HATA (TENİS'TE)
Hani neredeyse bütün maç anlatan ve yorum yapanların kullandığı, çok değerli bir istatistik bilgi olan, hani İngilizcesi “unforced errors”; Fransızcası “fautes directes” olan, bizde de nedense “basit hata” olarak kullanılan terim var ya… İşte ben bu terimi her duyuşumda irkilmişimdir.

Kelime manasına bakarsak “unforced errors” , zorlanmadan yapılan hatalar anlamındadır; Fransızcasını da “doğrudan yapılan hatalar” olarak çevirebilirsiniz. Bu durumda zorlanmadan yapılan hatalar veya doğrudan yapılan hataların hepsi, orada bu işle bilgisayar başında ki görevli öyle yorumlayıp yazdı diye basit hata olarak mı algılanmalıdır? Dilimize yapıştı diye hiç mi sorgulamayalım?

YENİ BİR TERMİNOLOJİ GEREKİR
Evet, bir hata yapılmış, kolay bir pozisyonda vurulan top fileye veya auta atılmıştır ama bu vuruş hiç baskı ve zorlanma görmeden yapılmış olsa da muhakkak ki puan alabilmek için yapılmış sert veya hassas bir vuruştur.
O vuruş, vuranın kendi düşüncesi doğrultusunda, kendi isteği ve insiyatifi ile yapılmış ve yalnız o puanı almak için yapılmıştır. Ama her zaman top içeri ve gereken yere düşmez maalesef, çok istense de…
Her puan istendiği gibi alınabilseydi, hatalar oyunu tenis, tenis olur muydu acaba? Umarım yakında bu durumları da dikkate alan yeni bir terminoloji yaratılır.
Necdet Kestelli, Kasım 2009

28 Kasım 2009 Cumartesi

FEDERASYON SEÇİMLERİ

ANKARA ÖĞRETMEN EVİ
FEDERASYON SEÇİMLERİ 15 Kasım 2009 PAZAR  GÜNÜ
Adaylar ve Tenis Medya Mensupları
BİR İLK!

TENİS EĞİTİMİ

TENİS EĞİTİMİ ve CİDDİYET
Tenis eğitimi, her yerde, tek kortu olan sitelerde bile her isteyene verilebilmektedir. Verilebilmekte de acaba bu konu yeteri kadar ciddiye alınıyor mu?
İşte öğrenci velilerinin en çok dikkat ettiği konular ve izlenimleri:
Tenis kurslarında ve takım oyuncularının çalışmalarında
• Kortlar maalesef çok bakımsız, pis, yer yer çatlak ve çökük, boyaları parlak. kaygan ve kısmen bozulmuş; sakatlıklara neden olabiliyor,
• Bazı hocalar çok ilgisiz, saat doldurmaya bakıyorlar;
• Kurslar çok kalabalık: 45 dakika içinde bir talebeye 4-5 defa vuruş fırsatı geliyor;
Doğrudur: benzer yakınmalar hemen hemen her kulüpten gelmektedir.
Evet, çaresi çok basit gibi görünmesine rağmen maalesef, tenis şubesini ve tenis eğitimini sadece gelir getirici bir unsur olarak gören ve bu gelirleri kulübün diğer şube veya genel ihtiyaçları için kullanmayı adet edinmiş, kulüplerde katiyen bu konulara ehemmiyet verilmiyor anlaşılan.

Federasyonumuz ciddi bir şekilde eğilerek ve hiç vakit kaybetmeden tenis sporunda ders ve kurslar açıp eğitim verebilmenin de kaidelerini belirlemelidir. Tabii sonradan da ciddi bir şekilde takip etmek kaydıyla…
Necder Kestelli 2 Eylül 2009

MEDENİYET

Temiz ve bakımlı sokaklar, her adımda temiz çöp kutuları, koruma altına alınmış ağaç dipleri, izmaritsiz düzgün kaldırımlar, geniş ve bol yaya geçitleri, saygılı şoförler, kornasız bir trafik, modern ve bol otopark yerleri, kurallara uyan - özür dilemesini bilen telaşlıda olsa saygılı insanlar, kokmayan lagar ağızları, bakımlı parklar ve istirahat bankoları...Etrafımızda, yaşantımızda hep aradıklarımız değil mi? İşte galiba en basit şekliyle medeniyet.
11.04 .2008

TENİSTE TARİH YAZMAK

“İLK” KELİMESİ HER ZAMAN TEHLİKELİDİR
Ancak maalesef pek de derine inilmeden çok sık kullanılmaktadır.
Tenis tarihimizde Nazmi Bari'den sonra Grand Slam turnuvasında teklerde ana tabloda yer alan ikinci, ilk turu geçen ilk ve tek Türk ise, dünyanın en iyi 200 tenisçisi arasında bulunan 22 yaşındaki Marsel İlhan (Atp 170) oldu ve adını Türk spor tarihine altın harflerle yazdırdı. İşte yine bir “ilk”...
Çiftlerde ise, İpek Şenoğlu bu başarıyı defalarca elde etmişti.
Son zamanlarda çok yazılıp çizildiği için ufak ama önemli bir ayrıntının açıklığa çıkması gerek. Nazmi Ağabeyin US OPEN'den önce, 1968 yılında davetli olarak New York Forest Hills Kriket Kulübünde katıldığı senelerde ÜLKE KONTENJANLARI vardı ve Nazmi abide o sayede o turnuvaya katılmıştı. Aynı turnuvanın Junior katagorisine de Türkiye Junior şampiyonu olarak Tahsin Gürsoy katılmış ve her ikisi de ülke birincileri kontenjanından birinci turu oynamıştır. Doğruyu bilmekte daima fayda vardır.
Teşekkürler Mete, Teşekkürler Beyazıt Anbar.
İzmir 5 Eylül 2009

ARDA'YA YAZIK OLACAK

ARDA'YA YAZIK EDİLİYOR...

Arda muhteşem bir oyuncu, belki de bir futbol dehası. Ama ne var ki daha henüz 22 yaşında.
Takımın en iyi oyuncusu olduğu için O'nu kaptan mı yapmak gerek? Kaldırabilir mi bu yükü?
Tabii ki hayır. Gözlerimizle görüyor ve izliyoruz.

Bir an önce yanlıştan dönülse bari de çocuğa yazık edilmesin.
Necdet Kestelli
27 Kasım 2009 İzmir

10 Kasım 2009 Salı

YENİ FEDERASYON BAŞKANI

05-Kasım-2008 Çarşamba

Kumova'dan sonra Polat

Bilirsiniz seçimler dedikodularla başlar, dedikodularla devam eder. Ancak, Tenis Federasyonu seçimleri, belki de ilk defa olarak, hepsi tanınan, sevilen ve özverili 3 aday ve ekipleri arasında  medeni bir rekabet içinde Ankara'da gerçekleşti. Seçimler sonunda sandıklardan Mesut Polat Tenis Federasyonu'nun yeni başkanı olarak çıktı. Kendisini ve ekibini kutlar, başarılar dileriz.

Ancak bu büyük yarış hep söylediğimiz gibi bir çok yanlışı da su üstüne çıkardı. Öncelikle;
1- Kanunlara ve özerk statüye bağlı olarak hazırlanmış seçim sistemi;
2- Delege sistemi;
3- Federasyonun faaliyetlerine katılımına dayalı olarak kulüplere tanınan
delege sayısının belirlenmesi;
4- Delegelerin atanması;

Bana göre delegeler kulüplerinin veya kurumlarının kararlarını uygulamak üzere tanmış yetkili temsilcilerdir. Bu temsilciler umarız  bundan sonra yukarıda ki ana konuların tekrar ve acilen ele alınmasını, güncellenip şeffaflaştırılmasını yeni yönetimden istemelidirler. Yeni yönetimin ilk icraatları bunlar olmalıdır. 

İnsanlarımızın beklentileri o kadar farklı ki! Seçimler biter ancak
dedikodular hiç bitmez dedik... Bu bakımdan rekabetten kaynaklanan
dedikoduların var olması ve devam etmesi fikirlerin, görüşlerin,
yanlışların, eksikliklerin, takip edilmesi gereken projelerin olduğunu
gösterir. Aslında geçmişten de ders almış olması gereken, geçen dönemin
Asbaşkanı Polat ve az da olsa yenilenmiş yeni yönetim, son derece yapıcı bu bulgularla dostluk ve samimiyet içinde, gocunmadan, fikir alış verişini geliştirerek, hatta konuları daha geniş platformlara taşıyarak istifade edebilmeli.
Arzumuz tek kelimeyle tenisin önünün açılması, iyi ve hızlı bir çıkışın yakalanması ve ciddi bir yola girerek gelişmesi... Hayal görmeden tabii...
10 Kasım 2009
Necdet Kestelli

FEDERASYON

29-Ekim-2008 Çarşamba


*Başkanı seçerken

1 Kasım'da Ankara'da yapılacak Tenis Federasyonu kongresinde 3 aday
gurubun(son dakikada birleşme olmazsa) katılacağı anlaşılıyor. Çok adayın
olması demokrasinin bir gereği gibi görünüyorsa da, aslında bunun daha çok
bir değişim ve ihtiyaçtan kaynaklandığı anlaşılıyor.
Kulüplerin oy karşılığı baskıları ve talepleri neticesinde aday gurupların istedikleri gibi gurup
kuramamış olduklarını duyuyoruz. Buna rağmen adaylar bu sefer özel ve kişisel WEB siteleri kurup, halkla ilişkiler teknikleri ve iletişim guruplarını kullanarak modern dünyanın iletişim olanaklarından fazlasıyla yararlanmışlar.
Fakat her birinin söylemlerinde kullandıkları kelimeler dışında çok büyük bir farklılıkları maalesef yok.
Tersine büyük benzerlik var. Ancak tenis dünyamızı dikkate almadan ve daha çok oy toplamaya yönelik hazırlanmış vaatlerle bezenmiş bu sunumlar, oy kullanma hakkı olmayan kulüp
ve kişileri tatmin etmekten çok uzak.
Sorunların çözümleri, nasılları ise tamamen es geçilmiş maalesef. Delegeler konunun önemini idrak etmiş olarak, oylarını aklıselim ve hiç bir tesir altında kalmadan Türk tenisi için en
doğru gördükleri adaya verdikleri takdirde görevlerini yapmış ve Türk
tenisine hakikaten katkıda bulunmuş olacaklardır. Ancak umarız seçilen
gurup, baskılar ve stresten kurtulup gereken her şeyi en iyi şekilde acilen
yapar.
Ayrıca
Delege masraflarına gelince
Bütçesi çok küçük olan Tenis Federasyonu, oy kullanmak üzere Ankara'ya
gelecek 200 kadar delegenin her birine masrafları karşılığı 150'şer YTL
ödeyecek, yani 30.000 YTL. Boşa giden bir para.
Halbuki bu para iyi bir tenisçinin neredeyse 5-6 aylık ihtiyacını karşılar. Fena mı olur?
Bu doğru bir yanlışı daha ortaya koyuyor. Kulüp yönetimleri, ister bir
oyları, isterse de on bir oyları olsun, alacakları bir karar ile bir kişiyi
belli bir guruba ve sayıda oy kullanmak üzere yetkilendirip Ankara'ya
gönderseler diyorum. Hem sürat, hem ekonomi olmaz mı? Ne dersiniz? Hele hele
bu devirde...
10 Kasım 2009
Necdet Kestelli

FEDERASYON

22-Ekim-2008 Çarşamba


Hodri meydan


Tenis Federasyonu Başkanlığı ve yönetimine aday olan herkeste bol cephane
varmış meğerse... Evet, beklenen silahlar çekildi ve kuru sıkıların bini bir
paraya gidiyor... Kim kazanırsa kazansın, yeter ki bu mücadeleden tenis
karlı çıkar.
Ancak seçim sisteminin düzeni, uygulamaları çok yanlış, tıpkı politikada
olduğu gibi... Seçim sistemimiz değiştirilemiyor bir türlü. Aslında bu
kanayan bir yara ve yeni başkanın ne yapıp yapıp bu konuya el atması lazım.
Şöyle ki: Türkiye'de mevcut 141 tenis kulübünün 70'i federasyonun
faaliyetlerine katıldıkları için katkılarına göre objektif dense de bence
biraz politik olarak 1 ila 11 arasında değişen oy hakkı elde ediyor. Buna
karşılık geri kalan 71 kulüpte oynanan oyun tenis değil, oyuncular tenisçi
değil, yapılan turnuvalar sanal, oralarda ders veren hocalar tenis
öğretmeyip film çeviriyorlar sanki. Tüm tenis faaliyetlerinden sorumlu olup
hepsini idare ettiğini iddia eden federasyonun, belki kendisinden
kaynaklanmayan bu tutumunu anlayabilmek mümkün değil. Bu çelişkiyi özerk
tüzüğünü hazırlarken bile fark edip düzeltmeleri gerekmez miydi?
Ben inanıyorum ki bu oy kullanamayan kulüplerde, veteran olsun, genç olsun,
çocuk olsun, oy kullananlardakinden çok daha fazla kayıtlı tenis oynayan üye
bulunmakta. Ve bunların delegesi olmadıkları için dikkate bile alınmıyorlar.
İşte çelişki... Tabii daha buna benzer neler var düzeltilecek değil mi? Ama
daha çok bekleriz herhalde!
10 Kasım 2009

FEDERASYON

01-Ekim-2008 Çarşamba

Yeni gelecek patrondan beklentilerimiz

Tenis Federasyonu Başkanlığı'na talip olan adaylarımızdan yalnızca tenisi düşünmelerini ve görevleri süresince herkesle uyum ve işbirliği içinde olmalarını, tenisi yaşatmalarını, tenisimizi
geliştirmelerini istiyoruz.
Umarız 4 yıl için seçilecek yeni başkan ve yönetimi ülkemize hayırlı olur. Türk Tenisi de yalnız İpek Şenoğlu, Perma Özgen ve Özbek asıllı Marsel İlhan'ın uluslar arası başarılarıyla yetinmez,
ümit vermekte olan gençlerimiz çığ gibi büyür, ATP ve WTA yolunda hızla
ilerler.
Dileriz ülkemizde ve özellikle İzmir'deki yeni tesislerimiz de giderek büyüyecek olan uluslar arası turnuvalar artarak devam eder.
Daha önce de yazmıştım: Her hangi gönüllü kuruluşa başkan olmak için para,
daha doğrusu parasal güç önemli mi? Tabii ki hayır. Ben buna hiç inanmadım;
bu gün de inanmıyorum. Gerçi parasız hiçbir şeyin olmadığını biliyoruz ama
parayı bulmak ve yaratmakta yöneticilerin ana ve asli görevlerinden biri
değil mi?
Ancak gönüllü olarak çalışılan tenis federasyonunu yönetmek için
paranın yanında çok daha önemli konuların olduğuna inanıyorum. Örneğin bilgi
ve tecrübe başta olmak üzere büyük zaman.
Evet, bu üçü olduktan sonra da "ne yapacağını, ne istediğini bilmek;
uygulanabilir, hatta uçuk projeleri, hedefleri, politikaları peşinen ve net
bir şekilde ortaya koyabilmek; o hedeflere ulaşmak için gerekli, bilgili,
güvenilir, çalışabilecek ve uyumlu ekibi bir araya getirebilmek; dostluktan
ziyade hizmet bilinci ile hareket edebilmek; yetki ve görevleri
paylaşabilmek; dostluk, samimiyet, disiplin ve otorite içinde herkese sıcak
ve eşit mesafede bulunabilmek; devlet ve sponsorlar olmak üzere herkesle iyi
geçinmek; hizmet edilen kurumun imajını da güçlendirerek onu -ekol- haline
getirebilmek ve bütün bunları en iyi şekilde başta medya kurumlarına ve
televizyon kanallarına pazarlayarak yapmanın" paradan çok daha önemli
olduğunu düşünüyorum.
Necdet Kestelli
10 Kasım 2009

TENİSİN ÖNEMİ

08-Ekim-2008 Çarşamba Yeni Asır
Tenis bizler için önemli
Seçimlere topu topu 22 gün kalmışken henüz 3 başkan adayından birinden ses
geldi. O da biraz cılız ve cızırtılı. Diğerlerinden henüz çıt yok. Biz
tenis severler seçemeyeceğiz ama (maalesef ülkemizde tenis severlerin böyle
bir hakkı yok!) çok sevdiğimiz bu sporun müstakbel patronlarından özellikle
ekip ve programları hakkında bilgileri heyecanla bekliyoruz. Başkanlar için
olmayabilir ama tenis bizler için çok çok önemli.

Çünkü bizler tenis oynamak istiyoruz. Bizler kendimiz için, çocuklarımız
için, torunlarımız için tesis istiyoruz. Sıra beklemeyeceğimiz kaliteli ve
bakımlı kortlar istiyoruz. İyi hocalar, hoca yetiştiren okullar, akademiler
istiyoruz. Ülkemizde yetişmiş genç ve büyük tenisçilerimizin dünya
arenasında isim yapmalarını, bayrağımızı gönderlere çektirmelerini
istiyoruz. Wimbledon'da, Roland Garros'da, Avustralya'da, ABD Açık'ta
oyuncularımızı izlemek istiyoruz. Davis Cup'ta hiç olmazsa Avrupa-Afrika
birinci gurubunda mücadele edilmesini istiyoruz. Bu efendi sporunun eğitim
sistemimiz içine girmesini istiyoruz. Tenisin, çok büyük bir iddia gibi
görünse de, halkımızın yaşam tarz ve anlayışını ne kadar değiştireceğini
bilerek, oralarda ki genç yeteneklerin keşfedilip teşvik edilmeleri için
yurdun birçok yerinde oynanmasını, görülüp, bilinip, sevilmesini istiyoruz.
Ve de tabii genç yeteneklerimize destek istiyoruz.

Ve bütün bunlar için ve her şeyin başında işini bilen, özverili, dürüst,
samimi, güvenilir, herkes tarafından sevilen, sayılan, federasyonu bir iş
adamı gibi yönetecek vizyon sahibi bir federasyon başkanı istiyoruz.
Karşımızda uyumlu, bilgili, herkese eşit mesafede bulunabilecek, tenisin özünü anlamış ve tüm
kurallarını bilen ve uygulatabilecek ileri görüşlü bir ekip istiyoruz.

Seçim öncesi ve sonrası daima doğruyu görmek, duymak ve okumak istiyoruz. Çok şey
mi istiyoruz acaba?
10 Kasım 2009
Necdet Kestelli

3 Kasım 2009 Salı

FEDERASYON SEÇİMLERİ

FEDERASYON SEÇİMLERİ
Tenis de puan almak için yapılan riskli vuruşlar filede kalır veya auta giderse yalnızca belki de oyuncu çok önemli bir puan kaybeder ama seçimlerde yapılacak basitte olsa her hangi bir hatanın acısı ve zararları yıllar boyu, hem de herkes tarafından çekilecektir.
Ok yaydan çıktığına, delegeler ilan edildiğine ve 7 Kasımda da fiilen ve alışılmış şekliyle seçimler yapılacağına göre bize ancak adaylara başarı dilemek düşer.

Evet, iki aday var: kim olabilir?
Her halde daha fazla taviz veren Başkan adayı, Başkan olacak.
Şimdiden kutlarız.
Ancak o gün gelince yine de sormak isteyeceğimiz sorularımız olacak.
Evet, Başkan oldunuz: Peki ekibinizi nasıl kurdunuz?
Ekibiniz, kısmen de olsa Size oy vermeği taahhüt eden kulüplerin alakalı, alakasız delegelerinin çeşitli baskıları altında kurulmadı mı?
Aslında oy verip vermeyeceklerini de, ikili oynayıp oynamadıklarını da hiçbir zaman öğrenemeyeceğinize rağmen, onların istemediklerini üzülerek de olsa ekibinize almadığınız gibi, onlardan kimisinin kulüplerine para, kimisinin turnuva, kimisinin de federasyon içinde bir veya iki üyelik gibi taleplerinden bazılarını, size zül da gelse de yerine getirdiniz değil mi?

Bu durumda bu garip ekibi nasıl kontrol edebileceksiniz?
Orada neler yapabileceksiniz?
Verdiğiniz tavizlerden sonra Sizin tenis aşkınıza, güzel projelerinize kim inanabilecek?
Tenis bu işin neresinde?
 Ekim 2009
Necdet Kestelli


Necdet Kestelli

YILLANMIŞ BAŞKANLIKLAR

GÜNÜN SÖZÜ
Sormuşlar…
Kim 15 sene başkanlık yapmak ister?
On dört sene başkanlık yapmış olan…

Ekim 2009

MUTLULUK NE KADAR DA KOLAY



MUTLULUĞUN RESMİ DEĞİL Mİ?

5 Eylül 2009 Cumartesi

İLKLER

“İLK” OLDUĞUNU DÜŞÜNÜP YAZMAK HER ZAMAN TEHLİKELİDİR
Ancak maalesef pek de derine inilmeden çok sık kullanılmaktadır.
Tenis tarihimizde Nazmi Bari'den sonra Grand Slam turnuvasında teklerde ana tabloda yer alan ikinci, ilk turu geçen ilk ve tek Türk ise, dünyanın en iyi 200 tenisçisi arasında bulunan 22 yaşındaki Marsel İlhan (Atp 170) oldu ve adını Türk spor tarihine altın harflerle yazdırdı. İşte yine bir “ilk”...
Çiftlerde ise, İpek Şenoğlu bu başarıyı defalarca elde etmişti.
Son zamanlarda çok yazılıp çizildiği için ufak ama önemli bir ayrıntının açıklığa çıkması gerek. Nazmi Ağabeyin US OPEN'den önce, 1968 yılında davetli olarak New York Forest Hills Kriket Kulübünde katıldığı senelerde ÜLKE KONTENJANLARI vardı ve Nazmi abide o sayede o turnuvaya katılmıştı. Aynı turnuvanın Junior kategorisine de Türkiye Junior şampiyonu olarak Tahsin Gürsoy katılmış ve her ikisi de ülke birincileri kontenjanından birinci turu oynamıştır. Doğruyu bilmekte daima fayda vardır.
Teşekkürler Mete,
Teşekkürler Beyazıt Anbar.
İzmir 5 Eylül 2009
Necdet Kestelli

30 Ağustos 2009 Pazar

KAVGASIZ TENİS

TENİS’TE KAVGAYA YER YOK
İster eğlence için oynanırken, isterse turnuvalarda, isterse de üst seviye oyuncuların katıldığı kulüpler arası lig müsabakalarında olsun Tenis’te kavga düşünülemez... Sebebi ne olursa olsun.

Tenis kavga arenası olmayıp, hiçbir zaman da, çoğu diğer sporlarda rastlandığı üzere benzer arenalara dönüşmemelidir. Tenis efendilik ve dostluktur. Biliniz ki, bırakın kavgayı, maç sırasında rakibinizin sahasına, top izine bakmak için dahi olsa, girmeye yeltenirseniz, bu hareketiniz tüm seyirciler tarafından ıslıklanır ve de hafızalardan kolay kolay da çıkmaz. Senelerin bir numarası Hingis’in başına gelenleri her halde hatırlıyorsunuzdur değil mi?

Bu ve buna benzer, kaide tanımayan davranışlar aslında tamamen tenisin özüne aykırıdır. Ve Tenis oynayan hiçbir kimsenin, bu beyaz sporu kirletmeye ve yozlaştırmaya hakkı yoktur.

Kim olursa olsun bu davranışlar içine girmiş, önce sporu, sonra kendilerini, sonra da temsil ettikleri kulüpleri küçülten bu oyunculara, katiyen uyarılarla vakit kaybetmeden ve en kısa zamanda önce kendi kulüpleri, sonra da federasyon tarafından, yönetmeliklere uygun gerekli cezai müeyyidelerin muhakkak uygulanması şarttır.
Haziran 2009

HAKEM OLMABİLMEK

HAKEM OLABİLMEK
Ben hakem değilim, ama çok hakemlik yaptım yoklukta... O zamanlar çoğumuzun da yaptığı gibi…
Hem de kule hakemliği... Kule olmuş, çizgi hakemi olmuş hiç fark etmezdi. Hem de büyük zevk alarak, aşk ile…

O zamanlar tenis federasyonu tarafından bu günlerde düzenlenenler gibi programlı ve cepleri yakan paralı kurslar yoktu. Hakemlik amatör işi idi. Bu gün ise, federasyona büyük girdi sağlayan bu kurslar sayesinde ihtiyacın çok üstünde, lisanslı performans oyuncu sayısının neredeyse yarısından fazlası kadar (# 1400) ve çeşitli düzeylerde hakemimiz olduğunu biliyoruz da, bu gidişatının sonunun nereye varacağını hiç düşünemiyoruz.

Hakemlikte önemli olan, yöneticilerin sertifikalarınıza bakıp görev vermesi değil, gösterdiğiniz performans ile size itimat edilmesidir. Hakemlerin görevi, kendilerine gösterilen bu itimada layık olarak maçların salimen bitmesini sağlamaktır, yoksa yasak savmak değildir. Bu, ayrıca çok özel bir duygu olup insanı ciddiyete sevk eder. Tabii görevlerini bilip önemine müdriklerse...

Hakemlik yapabilmenin ilk koşulu insan sarrafı olmaktan, dökülen terin değerini anlamaktan geçer. Sonra da çok, ama çok maç yöneterek çok tecrübe kazanmak gerekir...
Yorula yorula, belki de oyunculardan daha çok yorularak iyi hakem olunur ... Çünkü 200 km hızla giden bir topu ve onun düştüğü yeri doğru görebilmek ancak, çok yıpratıcı olsa da, her bir puanın önemini bilerek yüksek konsantrasyon ile sağlanabilir. Önemli olan topun içerde veya dışarıda olduğunu bağırmak ta değil zaten. Önemli olan Sizin o topları doğru gördüğünüze ve göreceğinize yöneticilerin ve oyuncuların baştan inanmasıdır. Hakemlik çok önemli durumlar dışında tek karar mercidir. Ancak bu yetkinin büyüklüğü orada ter döken oyuncuların haklarından fazla değildir. İşte bu mesuliyet hakemliği çok özen isteyen, çok onurlu bir meslek haline getirmektedir.
Haziran 2009

DESTEKSİZ BAŞARI

HAYRET Kİ NE HAYRET!
Evet, tenisçimiz İpek Şenoğlu artık göklerde, göğsümüzü de kabartarak…
Sağ olsun.
Ancak hayret ediyorum, bir sporcunun başarısını alkışlamak için yalnız Wimbledon’da üçüncü tura yükselmesi mi gerekiyordu?
Başarı bir günde mi kazanılıyor, bu seviyeye gelmek kolay mı sanılıyor acaba?
O’nu buralara kadar taşıyan, bundan önceki başarıları, aldığı ve kazandığı puanlar bu güne kadar insanların gözlerine neden hiç çarpmadı?
Düşünüyorum da bu denli özverili, sebatkar ve çalışkan bir sporcumuz daha önce fark edilip de yeterince maddi olarak desteklenseydi, acaba bu gün nerelerde olurdu?
Buradan her ilgilinin çıkarması gereken dersler olmalı değil mi?

Evet, Nerede destek? Nerede ilgili Bakanlık? Nerede GSGM? Nerede Federasyon? Nerede Sponsorlar? Nerede kulübü? Nerede bütün bu sorumlular? Neredeler acaba?
1 Temmuz 2009

EGELİ TENİS VETERAN DERNEĞİ - ETV FARKI

10 TL

Evet, bir tenis turnuvasının kayıt ücreti bu: sadece on lira… Kulüp içi turnuvası da olsa, kriz döneminde oyunculara bir katkı ne de olsa… Hem de her maç için yepyeni toplarla… Maçlar, kalabalık ve mutlu bir seyirci önünde hava serinlemeye başlayınca saat 20’de başlıyor ve en geç saat 24’te ışıklar kapatılıyor kimseleri rahatsız etmeden...

Genç bir kulüp olmasına rağmen, ETV kurulduğu günden beri, katiyen taviz vermeden uyguladığı kurallarıyla, yönetmelikleriyle, kulüp içi yaşantısıyla her konuda örnek ve öncü olmaya devam ediyor tenis camiasına! 

Kulüp tesislerinin içinde bulunduğu mahalleli komşular, ilk günlerde Balçova belediyesine durmadan şikayet yağdırıyorlarmış: Işıklar sabaha kadar yanıyormuş, gürültü yapılıyormuş, müziğin sesi çok yüksekmiş falan, filan… Aslında ETV yönetimi bunları yeniliğe tepkiden ve ne olacağının bilmemenin getirdiği reaksiyonlar olarak görüyordu.  Bu sayede sık sık ziyarete gelen polis ve zabıta ise ETV’nin düzeninden  dolayı teşekkür ederek ayrılıyorlarmış hep!  Ceza yüzü daha hiç görmemiş ETV... Bundan sonra da görmeyeceklerini en azından ben umuyorum.

“İnanmayacaksınız ama, aradan birkaç ay geçtikten sonra, değil şikayet edilmek, tersine mahalleye getirdiğimiz medeniyet dolayısıyla teşekkürler gelmeğe başladığı kulübümüze” diyordu üyeler… Işıklardan biri yanmasa, bir şey mi oldu diye merak bile ediyormuş mahalleli! Zamanla kulüp karşısında ki dairelerin balkonları yeni seyirciler ile  dolmaya başlamış. Tıpkı zamanın Kaymakamı ve Belediye Başkanının müdavimler arasına girdikleri gibi…
Evet, bu günde krizin getirdiği tüm olumsuzluklara karşı, ETV sporcularına destek olabilecek sosyal veya sportif her girişimi destekliyor. 10 liraya turnuva gerçekleştirerek: bir kutu  top parasına…
Galiba ETV farkı…

3 Temmuz 2009

Saygılarımla 

Necdet Kestelli

FEDERASYON bve DELEGE SİSTEMİ

DELEGE SİSTEMİ
Federasyon seçimleri için kabul edilmiş olan delege sistemi, tenise fayda sağlayacağına zarar verir niteliğe dönüşmüştür. Federe kulüp anlayışının kalktığı söylenmiş, Türkiye de ki tüm kulüpler kayıt altına alınmıştır.

Bu kulüplerin hepsi, takımları olsun veya olmasın tenis faaliyeti içindedirler. Hepsi de dernek statüsünde olup birinin diğerinden hiç bir farkı yoktur. Eskilikleri, üye sayıları, federasyonun faaliyetlerine katılma oranları bir ayrıcalık, mutlak bir üstünlük olmamalıdır.

Ayrıca, Bakanlık ve GSGM’nin zaten denetiminde olan tenis federasyonu, söylendiği gibi eğer özerk ise, gelecek seçim dönemini veya mali genel kurulu beklemeyip hiç zaman kaybetmemelidir. Kısa sürede yapılabilecek tek maddeli olağanüstü bir genel kurul ile bu güne kadar alışılmış delege sistemini değiştirmelidir. Taraf oldukları ve menfaatleri olabileceği için Tenis Okulları, Kurslar, Akademiler ve diğer sportif organizasyon şirketleri gibi kısmen de olsa delege listesi içinde bulunan bürokratik delegeler de bu düzenin dışına çıkarılmalıdır. Bütün bu değişiklikler özellikle tenis federasyonunda tenisin gelişimi için gereklidir. Buna karşılık kulüp dışı delegelerinde, her dönemde tenis camiasının oylarıyla seçilecek doğrudan ve fiilen tenisin içinde olan tenis insanları arasından seçilmeleri sağlanmalıdır.Başarıya odaklı her sağlıklı yapı için bu şarttır.
21 Temmuz 2009

MORAL

OYUNCUYA MORAL
Hep yapıyoruz, hep yaşıyoruz: Seyirci her zaman seyrettiği iki tenisçiden birini daha çok tutar, hele hele bu oyuncu ayni kulüpten, ayni şehirden, ayni ülkeden olup kendilerine çok yakınsa kazanması için her türlü desteği vermeye çalışır. Çalışır da ne olur? Tenisçi, arkasında çalıştırıcısı, arada sırada ve belli etmemeye çalışarak laf anlatmaya, işaretlerle talimat vermeğe kalksa da, aslında kortun içinde tek başınadır. Bu arada seyirci de, alkışlayıp, hadi, hadi’lerin yanında , çok iyi niyetle de olsa oyuncuyu motive etmek için kendine göre doğru, yanlış durmadan tavsiyelerde bulunur.

Sanıyorum ki elde olmadan heyecan içinde yapılan bu davranışlar oyuncuya faydadan çok zarar veriyordur. Çalıştırıcısı maç öncesi kendisiyle zaten yeterince konuşmuş… Maç sırasında da bazı hatırlatmalar yapmaya devam ediyordur. Kendisi ise zaten maça yeterince konsantredir.

Bu durumda oyuncu rahat bırakılsa da dikkati dağılmadan, kafası büsbütün karışmadan kendi oyununu oynayabilse diyorum. Seyircilerin destek olması tabii ki çok güzel ve gerekli, ancak bu destek hele hele çok genç oyunculara katiyen rahatsız etmeden verilmeli.
22 Temmuz 2009

TELEVİZYONLAR ve SPOR

SEYİRCİ Mİ ACABA?

Bu günlere kadar hep seyircinin önemini dile getirdik… Getirdik de ne değişti? Hala çok zayıf tribünler… Maalesef.

100.000 binlik bir futbol stadyumu dolsa da, seyreden sayısı milyonlarca … Neden? Tabii ki TV kanalları, yani televizyon…

Diyebilirsiniz ki “önce tribünler dolsun, sonra da TV’den isteyen herkes izlesin”… Bence mahsuru yok. Ancak sporumuz tenis henüz yeterince bilinmiyor, yeterince de ilgi çekmiyor… Belki de bireysel bir spor olduğu için…

O zaman bir şekilde bu ilgi yaratılmalı… Gazeteler, INTERNET siteleri, haber gurupları bu konuda etkin olmaya başladı. Yetiyor mu? Galiba henüz hayır…

O zaman Kanal D, CNN Türk, D Smart, NTV, SKY TV, Yeni Asır gibi kanalların bu işe bu günkünden çok daha fazla ilgi göstermelerini sağlayalım. Nasıl mı? Unutmayın Sponsorların en çok istedikleri görüntülerinin artması. Görüntü arttıkça Sponsor artıyor . Bu sayede TV yayınları gelişebilir, gelişmelidir de. Evet, seyirci ama önce Televizyon galiba… Kanal D, CNN Türk, D Smart, NTV, SKY TV, Yeni Asır’a sonsuz teşekkürler.
29 temmuz 2009

Necdet Kestelli

5. İSTANBUL CUP - 2009

İSTANBUL CUP” BİTTİ...

Evet, turnuva direktörü Sayın Coşkun Erginer’in dediğine göre, hazırlıkları sırasında ve turnuva haftası boyunca 400 kişinin çalışmasıyla ve sponsorların gücüyle organize edilen İstanbul Cup (WTA İstanbul Kupası), aldığımız izlenimlere göre başarı ile bitti.
Tüm ilgilileri kutlarken en başa, seyircilerden bile önce, D Smart ve CNN TV’yi koyarak kimseye haksızlık ettiğimi sanmıyorum.

Her iki kanalın da 3 büyük turnuvamızın en dişisini, o bir birinden heyecanlı tenis maçlarını hem kaliteli sunucular, hem de bir birinden değerli yorumcular ile hem naklen, hem de banttan yayın yaparak milyonlara taşıması bambaşka bir olaydı bence. Bu hizmetleri ile özellikle de bizim gibi İstanbul dışındaki tenis severlerin dualarını aldılar.

Evet, bu yaklaşım Tenisin ülkemizde de basamak atlamasında en büyük etken olacaktır. Yeter ki bundan böyle de, başka kanallara da örnek olarak, tenise bu denli yaklaşmaya devam etsinler.
7 Ağustos2009

Necdet Kestelli

TENİS ve FEDERER

FEDERER
Yaşantı, başarı ve rekorların bozamadığı bir kişilik…
Hassas, duygusal ve büyük bir atlet…
Emsalsiz bir Şampiyon…
Beyaz giysileri içinde kimselere yukarılardan bakmayan bir şöhret…
Yarışmacı ile insan arasındaki farkı çok iyi anlamış biri…
27 yaşında, bir ayağı dünyanın her yerinde, bir ayağı ise efsaneler arasında…
İşte Roger Federer.
12 Ağustos 2009

TENİS

AİLE BOYU TENİS
Tenis tabii ki kortlarda oynanır.
Ancak tenisin en güzel tarafı terinizi atıp maçınızı bitirdikten sonra soyunma odasında duşunuzu alırken duyduğunuz mutluluktur;
Kazasız belasız bu gün de tenis oynayabildiğiniz için şükretmenizdir;
Arkasından (tabii yalnız veteranlar için söylüyorum) oyunun yorumları ve ilgili esprilerle beraber soğuk bir biranın yudumlanmasıdır;
Neşe içinde hep beraber yemek yemektir;

Tabii her kulübe nasip olmasa da hafta sonları kulüp üyelerinin çoluk çocuk bir arada gezintilere çıkmalarıdır;
Mevsimine göre de kulüpte sucuk ekmek partileri yapmalarıdır.
Ve de bunları yaşayabilenlere tenis bambaşka ve vazgeçilemeyen bir hayattır.

Yeter ki bu dostluk ortamını yaratan tenisin kıymeti bilinsin…
26 Ağustos 2009

WEB BEYAZSPOR

Aleni Teşekkürler...

BEYAZSPOR tenis sitesini İzmir’de kurdum, geliştirdim, yaşattım ve görevini tamamladığına inandığım gün gelince de kapatmayı yeğledim.
Umarım gençler bu konuyu sonsuza kadar çok daha iyi bir şekilde götürürler.



“ Evet, Sitemizin Sayın Ziyaretçileri ve kıymetli Müdavimleri, Sevgili gıyaben dostlarım, Evet, idealist ve tamamen amatörce, kanımızca belki de biraz abartılı olarak, tenisi ve tenis dünyasını her yönüyle gündeme taşımak ve sevdirmek hedefi ile başlattığımız, ismini tenisin simgesi addettiğimiz  beyazlığından verip 19 Kasım 2004 yılında kurduğumuz BEYAZSPOR tenis sitemizi, iletişim dünyasında meydana gelen çok hızlı gelişmeler yanında, bu konuda uzman ve profesyonel çok değerli kuruluşların çoğalması sonunda, işlevini tamamlamış olduğunu düşünerek 3 Temmuz 2009 itibari ile kapatıyoruz. Bu süre zarfında, başta WEB MASTER’imiz Ersan Pakelgil olmak üzere, sitemize bir süre destek veren sevgili Sadun Ogan, Hamdi Büyükaltıntaş ve bu güne kadar emeğini yılmadan ve hiç aksatmadan vermiş olan Volkan Gönül’e minnettarım.
Tabii en büyük teşekkürüm yine de üşenmeden ve sabırla sitemizi sık sık tıklamış olan müdavim tenis severleridir.

Beyazspor sitesi kapanabilir, ancak tenisin beyazlığının hiçbir zaman yok olmaması en büyük dileğimdir.

Hepinizi seviyorum

Saygılarımla
Necdet Kestelli
10 Temmuz 2009

20 Ağustos 2009 Perşembe

SPORUN ve SPORCUNUN DEĞERİ

SPORUN DEĞERİ
Aslında Sporcunun değeri demek gerekirdi ama içime sinmedi… Sporcunun ne dahli, ne de suçu var bu konuda zaten…

Bir hedef var ve birde bu hedefe göre ciddi bir katılımla hazırlanmış bir proje…
Düşünce güzel…
Ve doğru’da… Yalnız biraz tutarsız gibi geldi bana…
Sporcu sayısı 824 (yalnız İzmir’den 83) Tenis sporu da unutulmamış bereket ve 10 kişilik kontenjan verilmiş: herhalde 5 erkek, 5 bayan… Kimler olduğunu öğrenebilsek bari…
Peki gönderilecekler ne kadar? Henüz erken biliyoruz… Daha önceki olimpiyatlara kaç kişi gönderilmiş? Biliniyordur da ama kim değerlendirecek?
Ön elemeye tabi tutulacak yine 824 sporcu: 2012’ye kim öle kim kala…Takip ve denetim olacakmış… Yine cak ve cekler…

Sporcuya para var, destek var… 406 Tl sporcu gereksinimi için destekse!
Aslında hedef yalnız 2012 Olimpiyatları değil, sürekli olmalıydı… Sporcu Sayısı 824 değil gerçekçi olmalıydı… Kişi başına 406 Tl değil, hiç olmazsa açlık sınırı rakamı olsaydı…
Federasyonlar sporcu sayısını ve isimlerini önermişler: önermezler mi? Üyelerine cazip görünecekler tabii ki. Peki, bunlar daha önce ne başarı göstermişler? … Çoğu bilinmiyor.

Dahası var…
1908 yılından beri (101 senede) ülkemiz sporcuları (devşirmeler dahil) 37 altın, 23 gümüş ve 22 bronz olmak üzere, toplam 82 madalya kazanabilmiş ancak!
33 Dalda yapılan müsabakalar da kazanılmış olan 37 altın madalyanın 28’si güreş dalından gelirken, güreş dışındaki 9 altın yalnızca 5 ayrı branştan: Atletizm, Halter, Tekvando, Boks ve Judo’dan gelmiş. Biz hala 26 branşta katılmak için hazırlanıyoruz…Hem de ciddi bir katılımla… İşte listesi:
Atletizmde 150 sporcu
Halterde 40
Atıcılık 17,
Badminton 15,
Bedensel Engelliler 61,
Boks 44,
Voleybol 76,
Bisiklet 22,
Hentbol 28
Judo 28,
Kürek 21,
Yüzme 50,
Tekvando 35,
Cimnastik 20,
Eskrim 16, G
Görme Engelliler 26,
Kano 18,
Okçuluk 18,
Sutopu 14,
Masa Tenisi 8,
Modern Pentatlon 6,
Tenis 10,
Binicilik 5,
Triatlon 4,
Yelken’de 4

Hayırlısıyla… Ne diyelim?

20.08.2009

22 Mart 2009 Pazar

UNUTULMAYANLAR

Unutulmayanlar:
KÜLTÜRPARK TENİS KULÜBÜNÜN AĞZI OLSA DA ANLATSA
ELLİ’Lİ YILLARIM (1950-60)
Bir anı mı; çok var, neredeyse bir roman gibi… Aslında muhteşem, unutulmayan, örnek ve nostaljik bir dönem…Tenis bize çok yeni; nasıl başlandıysa hatırlamıyorum, arkadaşlarla sokağımızda iki ağaç arasına ip gerip, sandık altlarından çıkarılmış eğri büğrü tahta raketlerle (benimki yengemindi, Sürhay’ın (Resmor) ki ise galiba annesinin) ve eski püskü toplarla kendimize göre ping pong gibi oynamaya çalışıyorduk. Sürhay’ın annesinden duyduğumuz kaideleri bile uyguluyorduk.

Bu sokak oyunları sayesinde sokağımızdaki büyükler (galiba Sayın Fahri ERON’du) tarafından farkedilip kulaklarımızdan çekilerek bu kulübe yönlendirildiğimizden, daha doğrusu ayak bastırıldığımızdan beri neredeyse 58 sene geçmiş. Dile kolay 52 sene bu…O zamanlar ben 9-10 yaşlarındaydım.Kulüp bizim yeni hayatımız olmuştu. Hiç yabancılık çekmedik, çünkü kulüp sanki bizim mahalleydi. Sokak aralarında ki şamata burada da aynen devam ediyordu. Bereket, Halil Dirmilli vardı, Halil ağabey, rahmetli babamız, hocamız, antrenörümüz, velhasıl her şeyimiz idi. Karşıyaka’da oturur, sabahları erkenden kulübün yolunu tutardı. Sola sağa ağırlığını vererek yürürdü. Ağzından kulüp sigarası hiç eksik olmazdı, sessiz, sakin ve huzur veren bir insandı. Bize raket tutmayı, pozisyon almayı, klasik tenisin temellerini öğreterek yolunuza devam edin dedi. Çalışın, çok çalışın derdi. Ne öğrendiysek hep ondan öğrendik. Bugün SPİN’I beceremiyoruz ama ondan tenisin özü ve aslı hakkında öğrendiklerimiz ile bayağı idare ediyoruz. Nur içinde yatsın…Bizlerde ona uyduk ve sözünü dinledik: çok zaman sabahları saat 5-6 arası kulübe gelir, kort işçileri gelmeden kortları silindir çekerek hazırlamaya çalışırdık. Aslında silindirler çok ağırdı ama birbirimize destek olarak bu işi tamamlardık. Ben cılızdım ve başta Sürhay olmak üzere arada sırada beni idare ederlerdi. Sürhay dedim de aklıma geldi. Sürhay, şimdi İstanbul’da yaşıyor ve tenis’e devam ediyor, bizim kokulu sokağımızdaki yan komşu; benim en eski arkadaşım… Hala doğum günlerimizde bir birimizi ararız.

Arkadaşlarımız çoktu, grubumuz kalabalıktı: unutmadıklarımdan ve çoğunla hala beraber olabildiğimiz, ancak tenisten kopmuş olan Sevgili dostlarım Rami BERKİ, Metin BELBEZ (İstanbul’da), Altan ERİŞ Amerika’da, Şekip ALTAY ve Ateş ÖZERK, bereket onlar yakınlarımızdalar, İzzet ZAVARO İstanbul’da, Goslay ve çatlak Mehmet Çeşme’de; Freddy’yi nerelerdedir kimse bilmiyor ve sonradan bizlere katılan Mustafa TANIK’nın küçük kardeşi Atilla, arkadan Ramih CANKUR (rahmetli), KURU (takma ismidir, ismini hiç öğrenemedim) gibi topçuluktan yetişme tenisçi, Adli BAYMAN (rahmetli) ve Atilla gibi (soyadını bilmiyorum) birçok gelip geçici, maymun iştahlı genç, eski rakibim, sonradan milli olan Enis BERKİ ve tabii hepinizin yakınen tanıdığı, kortlarda hala zevkle seyrettiğimiz ve yılların oluşturduğu muhteşem tenis bilgisini ve stilini yorulmadan herkese öğretmeye çalışan, hakiki veteran sevgili dostum, mahalle arkadaşım Mustafa TANIK, kız arkadaşlardan Tüla TANSU, Bige KİBAR (ÖZGENER) (rahmetli), Tülin gibi çoğu Gazi İlk Okulu’ndan, Sen Jozef’ten eski arkadaşlar. Bizler kulübün minikleriydik. Bizden önce tenise başlayanlar ise bizden biraz büyük olan ağabeylerimiz (o zamanlar saygıdan, bir iki yaş fark için bile ağabey denirdi) Esin ÖZGENER , Gür ÖZBELGE, Seli KİBAR, Berk KOÇER (rahmetli) Fabio ve Ziya ise kulübün gençleri (juniorlar) idi. Henry GUYS, Jacques GALİKO, Jean Pierre İCARD, DALVA, Alex BALTAZZİ, Bruno KORSİNİ (İzmir’in spor simgesi idi, rahmetli), Remo AMADO, Aksel LOCHNER’de tenis oynarlardı; kah Buca’da, kah küçük kulüpte, kah burada… Bayanlarda Sevim BARULAY, senelerce Türkiye şampiyonu olan Gönül ERK, Özen BERK (rahmetli) sivrilenlerdendi. Jim GİRAUD (en yaşlımız) ve arkasından Hayri ŞEN, Beliğ BELER, TEZOL kardeşler, Eric LOCHNER, PARADİSO, SOLARİ, ALMAZLINO ağabeylerimiz unutulmayanlardandır. İsimlerini unuttuklarım var ise lütfen beni affetsinler… Ne de olsa 50 küsür sene geçmiş aradan…

Biz orada sabahın ilk saatlerinden hava kararana kadar kendi minikler dünyamızda durmadan tenis oynar, mutlu ve yorgun yaşardık. En büyük lüksümüz akşamüzeri Gündoğdu da BEYAZ KÖŞE’den salamlı sandviç yiyip buz gibi tuzlu ayran içmekti. Çünkü Halil abimiz özellikle oyun oynarken bize su içmeyi yasaklamıştı. Su içersek dalaklarımız şişer ve oyun sırasında koşamazmışız! Bizde tabi ki bunu uygulardık. Uygulardık ta farkında olmadan güçten düşer, kendimizi yorgun ve nefessiz hissederdik. Nedenini, tam tersi bir uygulamayla şimdi daha iyi anlıyorum. Tabii ters adele çalıştırdığı için denize girmemiz de yasaklanmıştı. Pek uymazdık ama uymuş gibi gösterirdik.

Kulübümüz o zamanlar daha büyük idi: şimdiki 3.cü kortun arkasındaki çocuk ve oyun bahçesinin arazisi ile 1.ci kortun açık hava tiyatrosuna bakan kısmı kulübe aitti. Buralarda ki şimdiki devleşmiş çamlar o zamanlar boylarımızdan biraz büyüktü. Zaman gelir yorgunluktan oralarda uyurduk. Büyüklerimiz de kenarda pişti oynarlardı. Büyüklerin soyunma odasına giremezdik, Onların yanında konuşulmazdı bile; çok ayıptı. Yeni top gördüğümüz yok gibiydi, kopan tellerimiz Halil Ağabeyin büyük ustalığı sayesinde gergisinden (tansiyon) hiç bir şey kaybetmeden tek tek değiştirildi. Düz ama beyaz JİSLAVED marka üstleri bez lastik ayakkabılar giyerdik. Kortlar o zaman kırmızı topraktı. Akşamları eve döndüğümüzde ayaklarımızı arındırmak hiç kolay olmaz dı. Çoraplarımız ise arınacak gibi olmazdı. Annelerimizin en büyük şikayeti ise tabii ki bu çoraplardı. Ama babam sayesinde bana hiç söylenmezdi. Çünkü kulüp bizleri, o zaman ki deyimle sokak çocuğu olmaktan kurtarmış, güzel ve medeni bir uğraş içine itmişti. Emin ellerdeydik. Babam bu yüzden çok mutlu ve huzurluydu. Ancak benim içimde hala unutamadığım acı bir şey vardı: ne annem, ne babam, ne de ablamla ağabeyim, şimdiki anne-babaların tam aksine, benim sürekli tenis oynadığım bu on senelik dönemde kulübe gelip bir gün bile beni seyretmemişlerdi. Nedenini bir türlü ve hala anlayabilmiş değilim.

Bu kulübe ayak bastığımızdan 6-7 sene sonra, çalışmalarımız ve sebatımız sayesinde tenisimiz gelişmiş, turnuvalarda başarılar elde etmiş, Ankara’ya, İstanbul’a Türkiye şampiyonalarına gönderilmeye başlamıştık. Eski minikler artık ciddi junior tenisçiler olmuştu. Babam beni buralara yollamaz diye çok endişelenmiştim. Ancak hayret, hiç itiraz etmediği gibi beklediğimden daha fazla harçlık verirdi yanıma. Turnuvalar sırasında kız arkadaşlarımız bizi seyretmeye ve alkışlamaya gelirlerdi. Şimdiki modern tribünlerin yerinde, yığma küçük bir tribün vardı; küçüktü ama tıklım tıklım dolardı. O zamanlar kulüpteki bir turnuva İzmir için büyük bir olaydı. Oyuncular da, seyircilerde bu güzellikler için bayağı hazırlanırlardı. Bizler bembeyaz atletlerimizi giyer çıkardık kortlara. O zamanlar ne t-shirt vardı, ne de biz “Lacoste”’u bilirdik. Gazeteler turnuva haberlerini ve neticeleri resimleriyle beraber her gün yayınlarlardı. Gazetelerde resimlerimizin, haberlerimizin çıkması biz küçük tenisçileri çok sevindirirdi. İlk kupam, kırıldı ama hiç unutmadım, küçük camdan şirin bir kürdanlıktı. Çok yağmur yağan İzmir’de toprak kortların bakımı hemen hemen imkansızdı. Kortlar eylül ayı sonlarında, tekrar mayıs başlarında açılmak üzere kapanırdı. İlk zamanlarda ne yapacağımızı şaşırır, sudan çıkmış balığa dönerdik. Mayıs ayını iple çekerdik. Arada bir kulübe kortları kontrole gittiğimizde kortlardaki otların boyumuzu geçtiğini görünce şaşırırdık. Neticede tenisimiz kışın tatile girerdi. Ancak 1955 yılında ben Galatasaray Lisesine gidince, hocalarımızı da içine katarak orada takım oluşturup okulun merkezinde ki beton kortta tenis’e devam ettik. Hatta öyle ilgi gördük ki müdüriyet bizim takımı, TED kulübünde Türkiye’nin en iyi “slice back-hand’”i olan rahmetli Fehmi KIZIL’a emanet edip antremanlara göndermeye başladı. Bu benim için büyük bir şans oldu.

“Bir keresinde Türkiye Junior şampiyonası için İstanbul’a gitmiştik. Çiftlerde partönerimin her zamanki gibi Sürhay RESMOR’du. Biz takım halinde tepebaşında bir otelde, o da anadolu yakasında bir akrabasında kalıyordu. Ertesi gün çeyrek final maçını saat 10.00’da oynayacaktık. Ayrılmadan uyarmıştım ama sabah kulüpte saat 10’a beş kala olmuş ve Sürhay görünürlerde yoktu. Telefonla ulaşmak bir sorun, karşı taraf şehirlerarasından aranıyor. Tam şimdiki gibi! Ben sinir içindeyim. Şampiyona bu ve biraz sonra bizi hükmen mağlup sayacaklar. İzmir’den kalk gel ve beyefendinin sorumsuzluğu yüzünden hükmen yenilmiş ol, kulübümüze ne cevap veririz sonar? Yerimde duramıyorum… Elimde raket, burnumdan soluyorum… Aaa, birden sırıtarak ve koşan bir adam, benim tarafıma doğru geliyor ama bana bakmamaya çalışıyor, suçunun farkında. Raketi üstüne sallıyorum, o ise zıplayıp kendini kurtarıyor. Büsbütün kızıyorum… Neyse korta giriyorum, tabii soyunup o da sonunda yerini alıyor. Konuşmuyoruz, bakışmıyoruz bile. Sözde partöneriz… Sinirim geçmemiş ve O yine sırıtıyor zannediyorum. Birden volede bir top yakalıyorum... Patlatıyorum, evet top zavallı rakibimin sırtında, o hışımla öyle bir vurmuşum ki rakip yerlerde. İstemeyerek te olsa kızgınlığımı ondan çıkarmış oluyorum. Üzülüyorum ama ne işe yarar. Sonunda kaybediyoruz, nedense gülerek kaybediyoruz, sinirden olsa gerek ve onlar finale çıkıp şampiyon oluyorlar. Sürhay’ı beklerken geçirdiğim sıkıntılı anları Siz unutabilirmiydiniz acaba …”

“59 senesi zannediyorum- Rami Berki tam tarihini verebilir size, o bu tip detaylardan çok emindir, hiç unutmaz - santrkorttayız, saat 11.00. Çiftler final maçı. Rami ve Enis kardeşler beraber oynuyorlar; ben ise Sürhay’layım. İki taraf da çok iddialı. Karşılıklı güzel hareketler, güzel puanlar-çekişme devam ediyor. Saatler ilerlemiş, setler bir bir. Heyecan dorukta. Son sette 5/5 iken 40/15 ilerdeyiz, Sürhay servis atıyor… Servisi de kuvvetli, güzel bir servisle oyunu alıp 6/5 öne geçebiliriz. Rakip ise sinirli ve tedirgin! Evet, nefis bir servis atıyor Sürhay, bende fileye yapışmış pür dikkat hazır bekliyorum, ama ne o! o güzelim servise Enis, gözünü karatmış öyle bir vuruyor ki topu görmeye, kolumu kıpırdatmaya imkan yok, top yanımdan geçip arkamdan bayağı içerde. Sonrasını sormayın. Sevgili Sürhay bana kızgın, şansına vurulan topa kızgın ve önce oyunu, sonra da maçı veriyoruz.”İşte unutamadığım bir iki sportif anı, nasıl da unutulsun!!!

Bütün bu güzelliklere rağmen, ülkemizdeki eğitim problemleri dolayısıyla Üniversite de okumak üzere Fransa’ya 1961’de hareket ederken, ne kafadır bilmiyorum, Tenis le olan çok sıcak ilgimi yanıma almayı akıl edemedim, kimsede uyarmadı ve maalesef senelerce Tenisin en önemli merkezlerinin birinde tenis’i yaşamadan yaşayabildim. Neler kaçırmış olabileceğimi, bugün bir veteran olarak çok iyi anlıyor ve hayıflanıyorum.Ancak bugün, 52 sene önce başladığım gibi tekrar tenisin tam içinde olmaktan dolayı son derece mutluyum. Bu mutluluğumun bir nebze dahi azalmaması için dua ediyorum. Umarım, benim gibi torunlarım da tenisi severler ve beni de hatırlayarak kortlarda zevkle, başarıyla raket sallarlar.
18 Kasım 2002
Necdet KESTELLİ

15 Ocak 2009 Perşembe

UNİVERSİTE OYUNLARI 2005

“UNIVERSIADE 2005”’E BEŞ KALA
Dünya’nın peşinde koştuğu ÜNİVERSİTE OYUNLARI ayağımıza gelmiş ve bizler, maalesef hala farkında değiliz, uyukluyoruz. Evet, bu çok büyük bir fırsat; en iyi şekilde değerlendirebilmemiz için ise ancak iki ay kadar bir zamanımız kaldı…

10 gün boyunca İzmir’de 10.000 sporcu, yönetici, gazeteci ve binlerce seyirci… Binlerce turist…
10 gün boyunca oteller “full”…
10 gün boyunca gönüllüler ordusu, Olimpiyat köyü ile 33’ü yepyeni olan 61 tesis arasında büyük bir koordinasyon içinde mekik dokuyacak…
İzmir ve yakın civarı arı kovanı gibi rengarenk ve cıvıl cıvıl olacak…
170 ülkeden gelecek gençler sokaklarımızda neş’e saçacak…
10 gün boyunca dünya TV’leri UNIVERSIADE’ı dolayısı ile İzmir’i izleyecek, 10 gün boyunca dünya’da İzmir konuşulacak… Ege bölgesi konuşulacak … Türkiye konuşulacak…
Var mı daha ötesi?

UNIVERSIADE 2005 yönetiminin, hazırlattığı tanıtım filmlerini de çok beğendik…
Çok önemli bir para harcanmış…
Birçok yeni tesis kazandığımız gibi, eski tesislerimizde yenilenip modernleştirilmiş… Kutluyoruz. Ancak tabii ki asıl kutlamayı işin sonunda yapacağız tüm İzmirliler olarak…

Bu etkinliğin birçok boyutu var:
Uluslararası oluşu...
Ülkemize, İzmir’imize kazandırılmış olması…
Hazırlanışı…
Organizasyondaki başarısı…
Sporda elde edilecek başarı… (ki burada yetki ve sorumluluk tabii ki ilgili federasyonlar ve de üniversitelerimizdedir sanıyorum)
Tribünlerin 10 gün boyunca dolması veya doldurulması (ki bu da halkın motive edilmesinden geçer),
Bu büyük organizasyondan yüz akıyla çıkılması...

Ve nihayet oyunlar sonrasında ve hiç zaman kaybetmeden bu tesislerin asıl sahiplerine teslim edilip, sürekli ve verimli bir şekilde çalıştırılmasının sağlanması için programlı ve ciddi bir destek fonunun oluşturulması…

Evet, İzmirliler olarak hala bu işin büyüklüğünün ve ciddiyetinin bilincinde değiliz. Aslında organizasyonun içinde olanlar bile bunun farkında değiller... Söylüyorlar ama inanmadan sanıyorum...

Eğer, 23. Üniversite Oyunları (UNIVERSIADE 2005) başka bir batı ülkesinde yapılacak olsaydı, para bulunup harcandığına göre, bakınız neler olurdu!
- Bu işi önce basılı ve görüntülü MEDYA sahiplenirdi…
- Devamlı manşetlerle hatırlatma, uyarma ve açıklamalarla halkı bilgilendirirdi;
- Hiç olmazsa devlet kanalları o güzelim filimleri bol bol ve bedava olarak yayınlardı;
- Odalar, Meslek kuruluşları, Dernekler, Kulüpler, Masonlar, Lionslar, Rotariyenler, Sivil toplum örgütleri, Platformlar, Büyük şirketler, kendi aralarında toplanır, çalışma komiteleri kurar, bir nevi sivil seferberlik ilan eder, gazetelere bol bol destek beyanatları verirlerdi; Oyunlar Yönetiminden brifingler talep ederek üyelerini bilgilendirme ve uyandırma çabalarına girerler, kendi bünyelerinde ise çalışma gurupları kurarak, istedikleri kurum veya kuruluşlarla işbirliği içinde ciddi araştırmalar yapıp, yaptırdıktan sonra da somut ve pratik öneriler getirir, görevleri paylaşırlardı;
- Kanaat önderleri, karar vericiler, fikir babaları, spor yorumcuları, köşe yazarlarına da bu konunun önemini çok iyi anlatabilmek için fırsat yakalamış olurlardı...
- Gelişmeleri yakından takip ederek, yönetime yardımcı ve destek olmak üzere yapıcı eleştiri ve uyarılarda bulunurlardı;
- Firmalar, organizasyon komitesinden onay alarak UNIVERSIADE tişörtleri, şapkaları, hatıralıkları, hediyelikleri hazırlatır şimdiden piyasaya sürerlerdi;
- Ancak çok az günümüz kaldı… Ne yapılabilir ki artık...

“Universiade 2005” oyunlarının başlamasına bir ay kala...
Necdet Kestelli
11 Temmuz 2005

9 Ocak 2009 Cuma

AMAÇ

30 Eylül 2002
Yeni Asır gazetesinde çıkan ilk “Tenis Gündemi” yazım...Evet, gördüğünüz gibi İzmir’de son zamanlarda, ilk defa Tenis’e, Tenis Sporuna bir gazetede bu kadar yer ayrılıyor. “7’den 70’e spor” sloganının çok kullanıldığı ülkemizde bazı spor dalları doğal olarak önemsenir, bazıları ise önemsenmez. Bazıları medyatiktir, bazıları değil. Spor’un anası diyebileceğimiz atletizm bile ilgiden çok uzak. Var mı, yok mu her yerde boy boy, sayfa sayfa futbol...

Amacımız, Son zamanlarda Hülya AVŞAR ile, Kemal DERVİŞ ile gündemde sık sık yer bulan bu eski Tenis, dünya da oynanmaya başlamasının hemen ardından, bizde de 1900 ler de İstanbul da başlamış. Kralların, Zenginlerin sporu, pahalı spor olarak bilinen, özellikle 1985 yıllarından sonra TV ve sponsorlar sayesinde gösterdiği patlamadan sonra bugün artık ülkemizde çok yaygın ve sevilen bir spor. Medyanın ilgi göstermediği bu spor, aileleri tarafından yönlendirilen çocuklar, gençler ve her yaşta iş insanları tarafından yapılıyor. Kulüp sayıları arttı, hocalar çoğaldı ve federasyonumuzda yön vermeye başladı.
Kralların eğlenceli oyunu, beyaz ve temiz sporu, ülkemizde de 7’den 70’e genç, yaşlı, bayan erkek herkese tanıtmak ve sevdirmek, bu sporu layık olduğu ilgiye kavuşturmak, gençlerimizi dünya sıralamasında yer almaya özendirmektir.
Necdet Kestelli

GÜNÜN SÖZÜ


ÖNEMLİ OLAN
HER YENİLGİDEN DERS ÇIKARMAKTIR.
John Mc Enroe

Mete YAYLALI'nin başlattığı bu "GUNUN SÖZU"ne tesekkur olarak...
5.Ocak 2009
Necdet Kestelli

8 Ocak 2009 Perşembe

2009 SEZON BAŞI

TENİS’TE YENİ DÖNEM
Bayanlarda maalesef Henin artık yok. Sharapova’nın da ne yapacağı henüz belirsiz...Kortlar iki Amerika’lının yanında Rus’lara ve de Sırp’lara kaldı...
Buna karşılık erkeklerde geçen senenin Amerika Açık yarı finalisti, Dünya 4 numarası İskoçyalı Murray tenise çok renk katacak bir isim olarak öne çıkıyor. Nadal ve Federer’in geçen seneden kalma sakatlıkları ne durumda henüz bilmiyoruz. İkisinin de, gösteri de olsa, daha ilk turnuvaları Abu Dabi’de Murray’a yenilmiş olmaları ise enteresan...

Tenisi tüm büyük oyuncular gibi dünya seviyesinde yapan örnek sporcularımız İpek Şenoğlu ve İlhan Marsel Avustralya Açık için yollardalar.
İpek senenin ilk çiftler müsabakasında Auckland’da birinci turda maalesef kaybetti. Umarız geri kalan turnuvalarda çok daha iyi neticeler alır ve Melbourne’a daha formda katılır; Marsel’de yine karşısında Müller’i bulmaz.

Evet, sezon hızlı başladı: Yeter ki diğer oyuncularımızda yollara düşsünler ve de TV yayınları çoğalsın...
5 Ocak 2009
Necdet Kestelli

TENİSTE TRANSFERLER

TENİSÇİ TRANSFERİ!

Bizde çok şey futbola endeksli galiba! Evet, transfer dünyası futbol gibi atletizm, boks, judo sporcularından sonra şimdi de tenise, tenisçilere el attı. Biliyoruz, tüm dünyada, özellikle de kolektif takım oyunlarında büyük pazarlar oluşur ve de iyi sporcular daima transfer edilmek istenir. Bizde ise, en azından düne kadar bireysel sporlarda pek olmazdı. Olsa bile kimsenin ruhu duymazdı... Ama artık... olacak galiba...

Bağlı bulunduğu kulüpte büyük başarılara imza atıp dünyayı dört dönen Marsel İlhan başka bir kulübe transfer olmuş. İyi de Marsel şimdi kulüp değiştirse ne olur, değiştirmese ne olur? Yine dünyayı dört dönmeyecek mi? Yine kendisi için puan peşinde koşmayacak mı? Hele bireysel bir spor olan teniste...

Transfer edenin amacı “kulüplerarası tenis liginde takımına güç kazanıp şampiyon yapmaktan başka ne olabilir ki! Bu transfer, eğer doğruysa, Marsel’e, Marsel’in tenisine daha fazla ne katar acaba? Belki bir transfer ücreti, belki biraz aylığına zam, belki biraz daha fazla imkan, hepsi bu...

Bence tek bir doğru var: Marsel hangi kulüpte olursa olsun, O’nun her başarısı tenis dünyasında Özbek asıllı Türk oyuncu Marsel İlhan’ın başarısı olarak yerini alacaktır? Bir oyuncunun hangi kulübün oyuncusu olduğu tenis dünyasını ilgilendirir mi? Herkes oyuncunun ülkesine ve de hangi federasyona bağlı olduğuna bakar. Gerisi boştur maalesef...
Dolayısıyla kulüplerin bu yaklaşımı ne denli doğru, anlamakta güçlük çekiyorum.

7 Ocak 2009
Necdet Kestelli

6 Ocak 2009 Salı

TENİS, BAŞKA BİR GÜZELLİK...

TENİS, BAŞKA BİR GÜZELLİK…
Geçen Hafta unutulmayacak bir futbol maçı izledik: İngiltere ve Portekiz.. Ne tempoydu o öyle!!! Müthiş bir seyirci, bitmeyen bir heyecan ve mücadele…
Tenis’te ne bu tempoyu, ne de bu çılgın seyirciyi bulamazsınız. Tenis başkadır.

Futbol da bir FIGO frikikten gol atamayabilir, BECKHAM penaltı kaçırabilir, her zaman ki paslarını veya ortaları yapamayabilir. Velhasıl gününde değildir. Ancak takımı kazanır. İşte tenis’te bu olmaz. Tenisçi kazanmak için daima formda olmalıdır; yaptığı hataları kendisi telafi etmelidir tek başına. Ve bunun, her zaman mümkün olmadığını bile bile tek kişilik ordusu ile verdiği bu şavaştan galip çıkmalıdır. İşte tenis bu yüzden farklı, bu yüzden güzel…
30 Haziran 2004
Necdet Kestelli

SPORSUZ BİR DÜNYA OLABİLİR Mİ?

SPORUN BÜYÜSÜ
Sporun Büyüsü, tüm sporlarda karşılıklı saygı ve tolerans, kardeşlik ve dayanışma, sevinç ve üzüntünün iç içe olduğu, çoşku ile rakiplerin birbirleri ile yarışıp kucaklaşabilmelerindedir.

Güzelliklerin ve çeşitliliğin içinde katılıp kazanabilmenin çok önemli olduğu, kazananların başta ve önce rakip sporcular ve de tabii HERKES tarafından gönülden alkışlandığı bu büyünün hiç lekelenmemesini dilerim.

İnsanlık alemine verilebilecek SPORDAN daha etkili ve güzel bir BAŞARI, DOSTLUK ve BİRLİKTELİK dersi olabilir mi acaba?

Evet, SPORSUZ BİR DÜNYA DÜŞÜNEMİYORUM…
8 eylül 2004
necdet Kestelli

5 Ocak 2009 Pazartesi

OYUNCU

İpek ŞENOĞLU
Ben durmadan İpek’ten bahsettikçe bazı okurlarım-dostlarım bana sitem ediyorlardı: Yeter artık, başka kimse yok mu konuşulacak –anlatılacak diyorlardı? Benim cevabım ise hep ayni oluyordu: tabii ki var ve de her gün artarak çoğalıyorlar...Pemra, Çağla, Aslı, Ülker, Alp ve de diğerleri, ve de sırada olan bir çok henüz minik oyuncular.
Ancak İpek kızımızın büyük bir özelliği var: bu akımı ilk O başlattı, onlara hep O örnek oldu, ablalık etti, onlara hedeflerini O gösterdi...Wimbledon’a, Us Open’e katılan ilk Türk tenisçi olarak, çiftlerde de olsa, ilk 100 oyuncu arasına girerek...Daha ne olsun...Ve de hala görüldüğü gibi devam ediyor...Büyük özveriyle göğsümüzü kabartan başarılarına başarılar ilave ederekten.
Sağol İpek ve lütfen devam emi...
1.11.2006
Necdet Kestelli

TENİSÇİLER PEY YAŞLANMAZ, OLGUNLAŞIR:

YAŞLI MI? OLGUN MU?
Benim bildiğim tenisçiler pek kompleksli insanlar değillerdir. Ancak geçen hafta yayınlanan yazımda, kendimiz için yaşlı kelimesini kullandığım için şakayla karışık eleştirildim: yahu biz yaşlı mıyız? diyordu bazı 65 üstü oyuncularımız... Evet, bazı konularda fikir birliğine varılmış olması gereklidir diye düşünüyorum.

Örneğin Veteran bir yabancı kelimedir. Biz de de aynen kullanılır ama manası kimine göre ileri yaşlı, yaşlı, olgun, emektar, emekli sporcu anlamında kullanılır. Aslına bakarsanız yaşımıza göre yaşlıca, yaşantımıza göre de genç yaşlılar olarak anılmamız daha doğru olur sanıyorum. Senyörlük ise apayrı bir kavram: batılılar yenilerde öyle istemiş öyle olsun, bir itirazımız olmadığı gibi de aslında hoşumuza da gitmiyor değil. Mevcut asilliğimizi pekiştiriyor belki de...

Bütün bunları söylerken birden Antalya’da gördüğüm 75 üstü bayanlar ile 85 üstü tenis oynayan sırım gibi erkekler, maç yapan insanlar geldi gözümün önüne. Bereket Sevgili JOJO ağabeyimiz de oradaydı (maalesef kendisini 2008 de kaybettik) ve bunları zevkle izlemişti ve hayatta olsaydı  bana şahitlik ederdi. Kaldı ki onu da eşiyle birlikte Dünya Şampiyonasını izlemeye gitmesi için zorladığımızdan dolayı bizlere çok müteşekkir kalmıştı.

Aslında, malumunuz olduğu gibi yaş ve yaşlılık çok göreceli. Yeter ki biz içimizde ki yaşa göre yaşayabilelim ve de tenisimizi oynayabilelim tıpkı zamanında Jojo Almazlino’nun yaptığı gibi...
15.11.2006
Necdet Kestelli

4 Ocak 2009 Pazar

GELİP GEÇEN SENELER

AFERİN BANA
Elimizde yaşanmış bir sene var. Orada, burada gözden geçirilen, "bilançosu" çıkarılan bir 2008...
Hiç olmazsa yaşandığı için onore edilmeyi hak eden 365 adet gün... Bir arkadaş önerisiyle, geçen senelerden farklı olarak, 2008'i bir "AFERIN BANA" listesi çıkartarak kapatıyorum. Sizleri de ayni listeyi yapmaya davet etmek istedim.

2008 içinde belki hayatınızla ilgili verdiğiniz bir karardan, belki bir gün durup sessizce denizi izlemenizden, duygularınızı korkmadan kağıda dökmenizden, hasta olmuş bir yakınınıza tavuk suyuna çorba pişirmenizden, kendinize bir yuva kurmanızdan, o anda içinizden geldiği gibi hareket etmenizden, koyduğunuz hedefleri gerçekleştirmenizden, belki bunlardan, belki başka şeylerden ama mutlaka Sizlerde bir şeylerden “AFERİN”i hak ediyorsunuzdur.

Sırtınızı bu sefer de siz sıvazlayın, "Aferin bana!" deyin; Bir daha yaşayamayacağınız 2008 yılı o klişe resmiyle beli bükülmüş yaşlı adam olarak değil, karnesini almış zıplayarak yürüyen neşeli bir çocuk olarak ayrılsın aramızdan.
02.01.2008 –
O.Fikret Şahin’den

İZMİR'DE SPOR

İZMİR’DE SPOR’UN YERI

Sayın PRİŞTİNA dışında, İzmir’in geleceği üzerine kafa patlatan, fikir üretenlerden bir defacık olsun SPOR sözcüğünü duydunuz mu ? Ben pek hatırlamıyorum…

İklim elverişli, 4 üniversite vardı, şimdi 6 oldu, ve Spor denince hala sayfalar dolusu nerdeyse yalnız futbol ve yeni yeni biraz da basketbol. Futbolda da 1.ci ligde TEK bir temsilcimiz kalmadığı gibi maalesef dünya üçüncüsü olan milli takımımızda bir tek İzmirli oyuncumuz yok…
Bunlar İzmir Sporu için çözüm bekleyen büyük sorunlarımızdan belki de en önemlilerinden biri...

Artık İzmir olarak Olimpiyatlara soyunuyoruz, insanlar gelecek ama yerliler nerede? Ve yine yalnız futbol mu konuşulacak? Yine katılacağımız bütün dallarda sonlarda mı kalacağız ? Tamam, her branşta başarılı olalım demiyorum, ama Futbolumuzdan, Basketbolumuzdan ve Güreşimizden güç alıp yeni başarılar peşinde koşalım, birinci olmasak bile derecelere girelim, ismimiz duyulsun diyorum...

Evet, biraz daha derinlemesine düşünmenin zamanı çoktan geldi de geçiyor bile… Ve bunu hep beraber gerçekleştirmeliyiz Sporu dengeli olarak daima gündemde tutarak...

10.09.2003
Necdet Kestelli

TENİS AKADEMİLERİ

TENİS ve EĞİTİM:

Tenis için ilk ciddi eğitim çalışmaları yine özel sektörden geliyor:

Tenisi bilenlerden çok yönlü girişimler…Özel Akademiler…

Hepsinin çok başarılı olmalarını diliyorum…

Bizde karar vericiler maalesef hala çok yavaş ve biraz da ürkek: tüm dünyanın uyguladığı, tüm sporların, ana mektebinden üniversiteye kadar EĞİTİMLE İÇ İÇE olduğu, kendini ispat etmiş, geçerli sistemler var. Ancak bizde bir türlü hayata geçirilemiyor… Denemeler, pilot bölgeler... Ve sonra da dünya çapında sporcu çıksın, ATP’de ilk yüz oyuncu içinde Türkler de bulunsun isteniyor… Olmuyor işte… Olmadı da!.

Bir kaç sene öncesine kadar, Tenis Eğitimi dendiği zaman, başarılı dış ülkeler de ki okul, kamp ve stajların tersine, bizde - tabii çok zengin olduğumuz için herhalde - genelde yalnız özel derslerle bu işin yürüyebileceği düşünülmüş ve öğlede olmuş. Evet, 800 m2’lik kortlarda 1 oyuncu. Halbuki bir kortu ikiye bölün ve her bölüme 6 oyuncu koyun: iki hoca ile ayni alandan 12 kişi, ilave küçük filelerle 4 hoca koyun 24 kişi faydalansın, rekabet artsın, eğitim sosyal bir olaya dönüşsün… Fena mı olur dersiniz ? Yani tesis yok, kort yok denmesin!

Evet, ağabeylerinin yolundan gidip, hocalar da kendi aralarında birleşsinler. Gerekirse kulüplerinin öncülüğünde, ciddi, disiplinli, TTF ve Milli Eğitim sistemimiz tarafından tanınan özel Tenis okulları kursunlar, her semtte, her şehirde ve de Tenisteki patlamanın mimarı olsunlar...

11 Haziran 2003
Necdet Kestelli

1 Ocak 2009 Perşembe

TENİSİN İKİ DAHİSİ


Ne denebilir ki?
FEDERER /SHARAPOVA 2007 Sonunda
FEDERER ve NADAL ise 2008 sonunda

Başka var mı günümüz de? Tabii ki var da bunlar gibi değil tabii ki.

Sırası gelince, devri kapananların yerine sunacaklarımızda burada yer alacak.


2008 sonu

NK

HAYATIN TADI TORUNLARIN YERİ BAŞKA

HAYATIN GERÇEĞİ

Yeni yılla beraber bizlerde yaşlanıyoruz.


Kimimiz emeklemeğe başlarken, kimilerimiz de yatalak olarak hayata tutunmaya devam ediyor... Diğerleri ise her saniye hayatlarından bir saniye kaybediyor...

Yaşıyoruz, her gün bir yere daha yaklaşarak...herkes gibi...

Önemli olan galiba arkamızdan gelen çocuklar, aileleri, çocukların çocukları torunlarımız...

İşte benimkiler:
Ela 26 Ağustos 2005 İstanbul
Leyla 10 Mayıs 2008 New York


Gözlerimiz başka bir şey görmüyor ki! Değmez mi?

01.01.2009
Necdeet Kestelli

YENİ BİR YIL DAHA

YENİ Mİ?

Yeni Yılımız 2009 yılına girdik hayırlısıyla...
Zaten her yeni seneye hep böyle dileklerle başlanır değil mi?

Evet, ama bu sene çok şey farklı sanki!
Büyük bir mali kriz dünyayı etkisi altına alırken...
Hala Van’da çocuklar okula karda kışta ayakkabısız çıplak ayaklarıyla giderken...
İsrail’in Gazze’yi bombardımanı aralıksız ve kimseleri takmadan devam ederken...
İşsizler ordusu büyüyüp giderken...
Artan iflaslar ve bulanıma girip intihar edenler çoğalırken...
Ve yarını açık seçik göremezken...
Bir tek umuda bel bağlamışken...
Her şey eskisi gibi olabilir mi hiç?

Evet, 2008 de gitti. Tıpkı gidip de geri dönmeyen, bir daha yaşanma şansı olmayan tüm diğer yeni yıllar gibi...
Sıra tabii ki 2009‘a, sonra da 2010’a gelecek... Ve bu düzen devam edecek belki sonsuza kadar...
Her harcanan saniye bir daha geri gelmeyecek, bizleri ve hayatımızı takip etmesi güç bir hızla tüketmeye devam edecek...
Bizler de umutla ve inatla her yeniyi gittikçe tükenerek tüketmeye devam edeceğiz.

01.01.2009
İzmir
Necdet Kestelli

YENİ YILDA TENİSE BAŞLAYALIM: NEDEN OLMASIN ?

YENİ YIL ve TENİS

Yılbaşı Yaklaşırken, Yeni Yıl İçin Yeni Kararlar Aşamasındayken Sizlere seslenmek istiyorum. Bir düşünün lütfen...

Herkese:
Spor için, Tenis için, mutluluğunuz için önce ve muhakkak kendinize günde bir saat ayırınız.
Vaktim yok, işim çok gibi bahanelere yüz vermeyin.
Gün içinde şu veya bu şekilde kaybettiğiniz dakikaları düşünürseniz size bir saatten fazla bile kalır. Ve bu sürede gönlünüz ne istiyorsa yapabilir, tenis bile oynayabilirsiniz.
Yeter ki kendinizi biraz zorlayınız…

Arada bir, akıllarına geldikçe oynayanlara:
Anlaşılan bu oyun size yeterince zevk vermiyor, belki de vuruşlarınızdan memnun değilsiniz. Hemen kendinizi bir kulübe atın; kısa kurslara katılın veya bir kaç seans için özel bir hoca tutarak doğru vuruşları öğrenin. Bakın yaklaşımınız ne kadar değişecek.
Tenis dışarıdan görüldüğü gibi kolay bir spor değildir. Tenis süreklilik ister, arada sırada ile ne oynayacak oyuncu bulabilirsiniz, ne de tabii ki zevk alabilirsiniz. Biraz özveri ve programlı çalışma şarttır…

Ellerine raket almamışlara:
Yarından tezi yok hemen tenis için girişimlere başlayın, hem de ailecek lütfen. Yepyeni ve pişman olmayacağınız bir yaşam sizi bekliyor. Sizin cesaretiniz yoksa götürün, çocuğunuz bu güzelliklere kavuşsun; bırakın hanımınız boş zamanlarını kortlarda değerlendirsin… Bir gün sıra size de gelecektir... Muhakkak!

01.01.2009

Necdet Kestelli