Bu Blogda Ara

22 Aralık 2008 Pazartesi

GÜNÜN SÖZÜ


TENİS EN İYİ ŞEKİLDE
TRİBÜNLERDEN İZLENİR...

İZMİR TENİS CENNETİ

İZMİR’DE TENİS BAŞKADIR.

Havasından mı, suyundan mı bilinmez ama 4 milyon nüfuslu bir şehir olarak İzmir, Türkiye’nin İstanbul’dan sonra en çok tenis oynanan, Antalya tatil yörelerini saymazsak, yine en çok tenis tesisi olan şehridir. Hatta içindeki 16 kort ve 5.500 kişilik merkez kortu ile GSGM’ne ait UTEM – Ulusal Tenis Eğitim Merkezi sayesinde İzmir, Balkanların en önemli tenis tesisine sahiptir.

Evet, İzmir Cup gönüllü tertip komitesi olarak bu denli büyük tribünleri doldurmanın hiç de kolay olmadığını bilmemize rağmen, geçen Pazar günü saat 13:30’da aşırı sıcaklar altında oynanmaya başlayan İzmir Cup erkekler final maçını seyretmeye gelenleri görünce şaşırmadık diyemeyiz. Tabii çok ta mutlu olduk. Uluslar arası organizasyonlarda seyircinin ne denli önemli olduğunun bilinciyle, bundan böyle İzmir’e çok daha büyük turnuvalar alınabileceğini sizlere müjdeleyebiliriz.
Yeter ki her bakımdan futbola gösterilen ilginin 20’de biri tenise gösterilsin...

Haziran 2008
Necdet Kestelli

BAROMETRE CUP

DÜŞ’TE OLSA!

İlk veteran turnuvamı, daha veteranlığın ne olduğunu bilmeden, ilk defa 1992 yılında BAROMETRE GAZETESİ tarafından düzenlenen ve TEKFEN HOLDİNG’in sponsor olduğu BAROMETRE CUP’ta oynamıştım.

Yaş kategorileri yanında (bu günkü kadar çok değildi) her yaş gurubu için A ve B kategorileri de vardı. Önce İzmir ve Ankara klasmanları oynanıyor, daha sonra da oralarda birinci ve ikinci olanlar İstanbul’da yapılan finallere katılmak üzere eşleriyle beraber misafir olarak en lüks otellerde ağırlanmak üzere davet ediliyordu. Uçakla gidiliyor, kapıda bekleyen nerdeyse limuzinler ile otele ve kulübe gidiliyordu. Oyuncular hiç para harcamadan hem maçlarını yapıyorlar hem de son derece sosyal bir ortamda yeni yeni dostluklar kurarak hafta sonunu unutulmaz bir hatıraya dönüştürüyorlardı. Tıpkı benim bu gün bile unutamadığım gibi...
Sevgili Tuncer Aksoy’u da, Oktay Ormancıoğlu’nu da o günlerde orada tanıdım. İyi ki de tanımışım...

Şampiyon olanlara, müthiş güzel gümüş kupalar yanında “Challenge” kupası adı altında bir sene evlerinde sergileyebilecekleri özel kupalar da veriliyordu. Hediyeler ise inanılmazdı: 93 yılında İzmir Altın Yunus’ta yapılan turnuvada ben ikinci olarak 55 ekran bir TV sahibi olmuştum. Hala da kullanıyorum. Beni yenmiş olan Tuncer Aksoy ise bir bisiklet almıştı. Umarım bu güzel günler dostluk ve centilmenlik içinde tekrar geri döner...

Fena mı olur? İstemez mi siniz? Siz bir düşünün hele, düşünmesi gerekenler de bir düşünsün bakalım... Belki o zaman benim bu düşüm de gerçeğe dönüşebilir...

Necdet Kestelli
Kasım 2008

TAVSİYELER

ANNELERE, BABALARA...
Çocuklarınız, Sizlerin olduğu kadar bizim de gözbebeklerimiz, geleceğimiz, sporumuzun gelecekleri: Çok önemliler...
Biliyoruz, Sizlerde çok özveride bulunuyorsunuz; gönlünüz de zengin. Çocuğunuz sporcu olmasını, başarılı olabileceği iyi bir sporu seçip, iyi arkadaşları ile sağlıklı bir yaşam tarzına alışsın istiyorsunuz. Beraberce kafa kafaya verip karar veriyorsunuz, onun için seçiyorsunuz, belki kendinizin zamanında yapamadıklarınızı çocuğunuzun gerçekleştirmesini istiyorsunuz.

Tabii kulaktan da dolma olsa eşinizden, dostunuzdan duyduklarınız ve onların tecrübeleri ile çocuğunuzu yönlendirmeye çalışıyorsunuz. Zaten çocukların seçebilmeleri için önlerine tüm olanakları koymak gerekmez mi? Ancak hayat o kadar hızlandı ki, çocuklar bile, o küçücük yaşlarında, kurstu, özel hocaydı diyerek, ne arkadaşlarına, ne oyuna, ne de spora vakit ayıramazken, belki de onlar yerine bir ön karar vermekte haklı oluyorsunuz. Kaldı ki bu arzunuzu, onlar daha henüz 7-8 yaşlarındayken gerçekleştirmek, yani onlar henüz karar verecek duruma gelmeden gerçekleştirmek istiyorsunuz.

Sakın vazgeçmeyin, sonradan beğenmeseler bile bir yerden spora başlatmış olmanız bile çok isabetli bir karar. ...
Mart 2007
Necdet kestelli

SHARAPOVA !


Maria tenise ne kadar yakışıyor değil mi?

Yoksa bana mı öyle geliyor? Anlayanadım bir türlü!

KULÜPLER ARASI CENTİLMENLİK: YAKIŞMAZ MI?

ÖNERİDİR

Kulüpler kendi içlerinde oldukları kadar, diğer kulüplerle de çok zaman sorunlular. Daha kötüsü bu kulüpler sorunlarıyla beraber büyüyorlar, gelişiyorlar. Sinek küçüktür ama malum mide bulandırır. Dolayısı ile, sudan sebeplerle de olsa bir kere bozulan ilişkiler kolay düzelmiyor, dostluklar bile zarar görmeye başlıyor.

Kurallar, kaideler, yönetmelikler müşterek menfaatler içindir: beraberce eğlenerek, centilmenlik anlaşmaları yapılarak her konuda birliktelik sağlanabilir diye düşünüyorum.

Bu bakımdan, her şehirde tüm kulüplerin Başkan ve Genel Sekreterlerini, (yokluklarında ikinci Başkanları ve Başkan Yardımcıları) bir araya gelip hem müşterek sorunları tartışmaya, hem de tüm kulüplerin üyelerinin davet edileceği ve örneğin kulüplerin dışında bir otelin balo salonunda BÖLGESEL TENİS GECESİ olarak düzenlenecek EĞLENCELİ bir gecenin programlanmasını öneriyorum.

22.12.2008
İzmir
Necdet Kestelli

BİRAZ DA GÜLELİM

BUNU DA DUYDUK!
Bir turnuva sırasında oynanan ve 6/1 - 6/2 gibi net bir skor ile biten maç sonrasında mağlup olan galip olana yaklaşmış: “kardeşim, servis atmasını bilmiyorsun, doğru dürüst bir vuruşun yok, servislerimi karşılayamıyorsun, volen ise sıfır, senin çok ama çok çalışman gerek” demiş. Galip olan “peki o zaman bu netice nasıl oldu kardeşim?” diye sormuş şaşırmış bir şekilde. Cevabı çok net olmuş mağlup olanın: “ Ben bu gün çok kötü oynadım da ondan
Evet teniste hiç kazanan olmaz, hep kaybedenler vardır değil mi?Bu güzel iletisi için Sevgili Cengiz Eren’e teşekkür ediyoruz.
Mart 2007
Necdet Kestelli

SPOR MU? SAVAŞ MI?

BEREKET TENİS VAR...

Futbol de yaşananlardan sonra bu akımın başka spor müsabakalarına da bulaşabilecek olmasından ürküyor insan...

Ne mutlu ki bizim “beyaz spor”umuz teniste henüz böyle bir tehlike yok. Umarız hiç bir zaman da olmayacağı gibi diğer sporlara da, bozulmadan örnek olmaya devam eder.

İyice bakıldığında tenis tesislerinin, Fransa’da ki Roland Garros’da olduğu gibi futbol stadyumlarına göre çok daha küçük olması (# 15.000 kişilik), biletlerin göreceli olarak çok pahalı olması, seyircilerin en az yarısının bayanlardan oluşması, biletlerin çok önceden programlı bir şekilde Internet üzerinden veya özel gişelerden satılması, son gün ancak cüzi miktarda biletin satışa sunulması ve de bir kişiye 3 kişilik yerden fazlasının verilmemesi bir çok problemi önceden çözmüş oluyor zaten.

Umarız futbolda da benzer uygulamalarla ve de tüm stadyumlarda taraftan ayırımından bir an önce vazgeçilerek futbol gibi takım müsabakalarında sporun savaşa dönüşmesinden kurtuluruz.

Necdet Kestelli
21 Şubat 2007

TENİS ve YORUMCULAR

BÜYÜK OYUNCULARIN İSYANIZamanımızın büyük oyuncuları, kendileri hakkında yapılan envai çeşit yorumlardan çok yakınıyorlarmış. O yüzden antrenörlerinin videoya çektiği maçlarını tekrar seyredecekleri zaman bile, topun o güzelim sesinden mahrum kalmayı göze alarak videonun sesini katiyen açmazlarmış. Kendilerinin bile nasıl yaptıklarını bilmedikleri bazı vuruşları ve bazı durumları, yorumcuların öğlesine enteresan ama alakasız kelime ve deyimler kullanarak değerlendirebilmelerine son derece şaşırıyormuş. Haksızlar mı acaba?
Necdet Kestelli
17 Şubat 2007

TURNUVALAR ÖZEN İSTER


TURNUVALAR ÖZEN İSTER

Tenis oynamak ve de dostlarıyla beraber olmak ümidi ile büyük fedakarlıklarla başka şehirlerden veya uzak semtlerden gelmiş veteran oyuncuların, maç oynamak için saat dörtlere (16.00) kadar boş kalmaları, kulüplerdeki kort azlığından dolayı zaten ve maalesef bıktıracak kadar uzun süren bekleyişler oyuncuları üzüyor artık.

Ayrıca turnuvalarda ki maç programının, özellikle, adı teşvik de olsa, adlarına mutlaka özel ayrı turnuvalar düzenlenmesi gereken, yeni başlayanlar gurubu ve de 18 + kategorisinin de veteran turnuvalarının içine monte edilmiş olmasının getirdiği yük, zevkli maçların uzaması ile sarkan maçların gece yarılarına kadar, tabii ki seyircisiz devam etmesi de işin cabası oluyor.

Evet, bu durum Türkiye Şampiyonasında yaşandığı gibi, tüm klasman ve teşvik turnuvalarında da maalesef yaşanıyor.

22 Aralık 2008
Necdet Kestelli

TENİS KARŞILIKLI ANLAYIŞTIR


TENİS KARŞILIKLI ANLAYIŞTIR


Özveri gösteremeyenler turnuvalara girmemeli;
Onlar için, kendi şartlarına uygun turnuvalar düzenlenmeli;
Yalnız gece oynamayı sevenler  seviyor diye de açık turnuvaları onların  saatlerine göre programlanmamalıdır...

İşim var saat 20’den önce gelmem imkănsız” demek biraz rakibinize haksızlık olmuyor mu?
Tek taraflı şartlar tenisin tarzına da aykırı değil mi?
Kaldı ki randevulu çalışanlar bile, turnuva programına göre randevu saatlerini, “Cumartesi – Pazar günleri oynamam” diyenler de gerektiğinde programlarını kaydırabilmelidirler!

turnuvanın gidişatını etkilemeden, başhakemleri zor durumda ve zan altında bırakmadan...

10 Ocak 2007

Necdet Kestelli

İNSANLARI TATMİN ETMEK ZOR

İNSANLARI TATMİN ETMEK ZOR
Tüm sporlarda olduğu gibi teniste de, bazı küçük olsun, büyük olsun, veteran olsun herkes kendisinden, kendi başarılarından; eğitmen ve antrenörler takımı ve talebelerinden, Başkanlar da tabii ki kulüplerinden bahsedilsin, başarılarını duyursun istiyorlar gazetelerden. Ancak bu amaca ulaşmak içinde yeterli çabayı gösteremiyorlar, tanıtmıyorlar yeterince kendilerini bir türlü.

İstemekte haklılar da. Ancak yazılı medyamızda tenis gibi bazı sporlara ayrılan yerler o kadar kısıtlı ki: Örneğin, bu spora en çok değer veren YENİ ASIR gazetesi bile, turnuva haftaların da program ve neticelere sayfalarında yer ayırmasına rağmen, rutin olarak ancak sınırlı olmak kaydı ve haftada bir gün tenise yer ayırabiliyor. Dolayısı ile bu kısıtlı imkanlar içinde tarafsız ve de çok seçici olunması gerekiyor. Her kulaklarına gelen, her istenen kaleme alınsa ne olur durum acaba? Kaldı ki bir de, herkese göre değişebilen önem meselesi ve uygulanan süzgeç var ki bunu maalesef kimse kale almıyor.
Türk tenisi ve herkes için yararlı, önemli olabilecek şekilde medyayı bilgilendirecek olan herkese şimdiden teşekkürler. Yeter ki bilgi verilsin... düzenli bir şekilde...

Amacımız kişileri, oyuncuları, antrenörleri, kulüp ve Başkanlarını değil, Türk tenisini genel olarak sevdirmek ve yüceltmektir. Bizler, bu görevimizi yapmaya devam edeceğiz.
Ocak 2007
NecdetKestelli

21 Aralık 2008 Pazar

BİRAZ DA TENİS FANATİKLİĞİ(hep futbol olacak değil ya…)

TENİS, BEYAZ ve TEMİZ BİR SPORDUR.
TENİS BİR OKULDUR, EĞİTİMDİR, GÜVENDİR, GÜVENCEDİR…Çocuk iken, Tenis ile daha ilk tanıştığınız günden itibaren bu beyazlığı , bu saflığı, temizliği, samimiyeti hissedersiniz içinizde. Yalnız Siz değil, anneniz, babanızda bunu hisseder ve bu yüzden Sizi yönlendirirler tenise, desteklerler, teşvik ederler, istediğiniz raketi alırlar, Sizi orada, kulübünüzün güzel, huzurlu ve güvenli ortamında rahat bırakırlar ve kendileri de rahat ederler, gözleri arkada kalmadan…

Onlar için önemli ve öncelikli olan Sizin sporunuz değil, temiz bir muhit içinde sokakların tehlikesinden uzak, güven içinde bulunmanız ve güzel arkadaşlıklar kurmanız, doğru bir hedef uğruna sağlıklı ilişkiler içinde yetişmenizdir. Daha sonra ve geçen senelerle beraber, bunun güzel bir spor olduğunu da öğrenirler ama amaç yine de ayni kalır aileniz için: önce ve daima sizin güveniniz…

TENİS GÜÇTÜR, TENİS MODADIR, TENİS ORTAMDIR…Biraz daha büyüyüp yüzünüzde ergenlik sivilceleri çoğalmaya başladığında olaya bakışınız değişebilir… Etraftaki güzel genç kızların/erkeklerin ilgisini çekmek için yine en güzel ortam Tenis’tir. Ama bu sefer yalnız Tenis değil, tenisteki başarılarınız da rolü artmağa başlar ki bu da Sizi kamçılar. Ve TENİS’in BAŞARI olduğunu, ÜN ve ŞÖHRET getirdiğini, bu sporun ARTI’larını, görerek veya bizzat yaşayıp, gizli bir zevk içinde öğrenirsiniz...

TENİS BİRAZ DA HAYAL ETMEKTİR…Bir turnuva kazanıp şampiyon olsam, takıma alınsam, milli takıma seçilsem, bir gün ATP / WTA turnuvalarına katılabilsem ve ROLLAND GARROS’ta turnuva seyredebilsem gibi hayaller bir gün gerçekleşebilir; yeter ki tenis’ten HİÇ uzaklaşılmasın…
VE NİHAYET TENİS BİR SPORDUR…
Turnuvalarda oynayabilmeniz, iyi kortlara çıkabilmeniz, taraftarlarınız artması, alkışlar, gazetelerde (eskiden daha çok çıkardı) resimleriniz, şehir dışı turnuvalara katılabilmeniz için ailenizden kolay ve rahat çıkan izinler, kendinize duyduğunuz güven ve beğeninin artmasını sağlar. TENİS’in DOSTLUK, bir “SHOW”, bir önemli MARKA olduğunu anlamağa başlarsınız.
Ama en önemlisi
TENİS BİR DÜŞÜNCE TARZIDIR, HUZURDUR, MUTLULUKTUR,
TENİS DÜRÜSTLÜKTÜR,
TENİS DÜZENDİR, KURALLARA UYMAKTIR,
TENİS CAMİAQYA, RAKİPLERİNİZE ve İNSANLARA SAYGIDIR
TENİS SÜREKLİ GENÇLİKTİR,
TENİS HAYATTIR,
TENİS AŞKTIR,
ve nihayet
TENİS BÜYÜK BİR TUTKUDUR… ÖMÜR BOYUNCA…Ama TENİS SİZİ (biz de) DOYURMAZ
Gelecek sorunları önünüze çıkınca, bu güzel dünyadan mecburen uzaklaştırılırsınız, uzaklaşırsınız. Haklı olarak da önce geleceğiniz tabii ki…

AMA, TENİS’TEN KOPULMAZVe seneler sonra şu veya bunun tesiri ile zorda olsa, içinizde ki arzu su üstüne çıkar ve işte yine o güzelim kortlardasınız… Boşuna 7 ‘den 70’e dememişler (şimdilerde ise 5’ten 90’a demek gerekir herhalde)
Amaç ve bakış açısı değişmişte olsa TENİS OYUNDUR, TENİS EĞLENCELİ BİR SPORDUR,
AMA HİÇBİR ZAMAN TEK BAŞINA BİR YAŞAM TARZI DEĞİLDİR
...


Necdet Kestelli
10 Aralık 2008

KULÜPLERE TAVSİYELER



YENİ TENİS SEZONU ÖNCESİ KULÜPLERİMİZE TAVSİYELER

Senelerce yaşanmış ve yaşanmaya devam edilen şikayet ve huzursuzluklardan yararlanarak:
İşte 2009 yılı faaliyet performans ve veteran faaliyetler programınızı hazırlama zamanı… Dikkat ve yenilik zamanı…Hatalardan kurtulma ve üyelere hizmet için çalışma zamanı… Sporların kralı tenise önem verme zamanı…
*Turnuva sayısını azaltın, daha az ama daha öz turnuva programlayın...
*Turnuvaları gelir kapısı olarak görmekten vazgeçin...
*Turnuva tarihlerine dikkat edin: Bayramlarla, çocukların sınavlarıyla ve başka turnuvalarla çakışmasın...
*Genel programa, Veteran yaş guruplarına, gerekli kort sayısına ve de maç saatlerine uyun...
*Sponsor bulmadan turnuva düzenlemeyin... Gerekirse planladıklarınızı erteleyin...
*Katılımcı sayısı turnuvanın büyüklüğünü gösteremeyeceğini bilin...
*Haber vermeden hiç kimseyi turnuvaya kaydetmeyin...
*Turnuva sürelerini kısaltın...
*Turnuva giriş ücretlerini azaltın...
*Görevlendirilen başhakeme turnuva süresince hiç karışmayın...
*Turnuva yönetmeliğinin ve Tenis kurallarının uygulanmasına destek olun...
*Turnuvalarınızda en iyi topları kullanın, Federasyondan en iyi topları talep edin...
*Turnuvalarınızı daha cazip hale getirin...
*Kazananlara güzel kupalar ve basitte olsa bazı hatıralar verin...
*Kulübünüzün dışından katılanlara misafirlermiş gibi davranmayı öğrenin...
*Turnuvanın kalitesinin katılanların memnuniyeti ile orantılı olduğu bilin ve ekibinize de telkin edin...
Ve de tabii turnuvaların tenise hizmet için düzenlendiklerini unutmayın...

Necdet Kestelli

21.12.2008 İzmir

13 Aralık 2008 Cumartesi

PROFİLİM...

Necdet Kestelli
20.11.1941 Karşıyaka - İZMİR ....Yaş: ?
Cinsiyet: Erkek

Denildiğine göre:
Astroloji İşareti: Akrep
Zodyak Yılı: Yılan
Yer: İzmir : Türkiye
Hakkımda
* Emekli gibi yaşamak istemeyen bir yarı emekliyim.
* Amacım Türkiye'de tenisçilerin iyi yerlere varması, kulüplerin kurumsallaşması...
* Türkiye'nin medeni ülkeler arasında yerini alması ve de
* Ütopya olsa bile herkesin mutluluğu...
Meraklarım
Ailem - Torunlarım - TENİS - Spor - Yazı yazmak  - Turizm - Blogs







UTEM'DEN SONRA İZMİR

31.7.06

İZMİR: ULUSLARARASI SPOR ARENASI
Malum, “Universiade 2005’”ten sonra İzmir Spor tesisi zengini oldu. Bu sayede de 2006/2007 yılları için değişik spor dallarında 14 uluslar arası yarışma İzmir’e alındı. Bu başarılı girişimlerde İzmir’de Sporun başı olan Sayın Sadıkların katkısı çok büyük olmuştur. Bu başarısından dolayı kendisine tüm İzmir halkının teşekkür etmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak spor bir bütündür. Dünya normlarına uygun tesislerin yanında programlı ulaşım, kaliteli ve ucuz konaklama gibi çok önemli faktörler de bu sayının artmasına veya azalmasına sebep olabilecektir. Çünkü gelen sporcular zengin olmayıp, hala kulüplerinin veya federasyonlarının destekleri ile müsabakalara katılacaklardır. İyi ev sahipliği de, sportif başarı kadar olmasa bile çok etkili olacaktır spor geleceğimiz için...Yoksa bunları da kaçırmamız işten bile değil...

Evet işte 14 uluslar arası yarışmanın takvimi:
28 Ocak-3 Şubat 2006 - ''Uluslar arası U-17 Ege Kupası''
26-28 Şubat 2006 - Uluslar arası Vehbi Emre Güreş Turnuvası
1-8 Mayıs 2006 – Yıldız/Genç Eskrim Dünya Şampiyonası
Mayıs 2006 - Dünya Üniversiteler Halter Şampiyonası
4-9 Temmuz 2006 - Avrupa Büyükler Eskrim Şampiyonası
14-23 Temmuz 2006 - Avrupa Ümit Erkekler Basketbol Şampiyonası
15-20 Ağustos 2006 - Futbol U-17 Avrupa Şampiyonası
1-4 Kasım 2006 - Dünya Büyükler ve Gençler Karate Şampiyonası
Aralık 2006 - Artistik Jimnastik Balkan Şampiyonası
Mart 2007 - Avrupa Salon Okçuluk Şampiyonası
Mayıs 2007 - Uluslar arası İsmet İraz Tekvando Turnuvası
2007 - Büyükler Halter Şampiyonası
Ağustos 2007 - Genç Bayanlar Avrupa Hentbol Şampiyonası
2006 ve 2007 Kasım - Uluslar arası Ritmik Jimnastik Turnuvası.

Evet, U-17 futbol turnuvası ve de Avrupa Ümitler Basketbol müsabakaları dışında, hepsi kapalı salon turnuvaları olup (büyük salonlarımızın muhakkak kullanılmaları kaydı ile) önemli olmalarına rağmen çokta seyirci çekmeyen, alışık olmadığımız müsabakalar gibi gözükse de,  uluslar arası arenada ismimizi duyurmak için çok yararlı olacaktır. Bilirsiniz, müsabakalar, diğer müsabakalara birer davetiyedir. Kısa sürede bu 14 yarışma, ayni çalışma gerçekleştirilebilirse, belki gelecekte 50 yarışmaya çıkabilecektir.

Asıl mesele ise bu yarışmalara katılacak sporcuların yetiştirilmesi, bu sporcuları yetiştirecek hocaların yetiştirilmesindedir... Tesislerimizi yabancılara kullandırtmak değil...Dolayısı ile bu tesislerin müsabakalardan, müsabakaya kullanılacağına, bu tesislerin bir çok branşta sporcu yetiştirecek, hoca yetiştirecek, antrenör ve monitör yetiştirecek okullara- akademilere dönüştürülmesi gerekir. Bu sayede hem tesisler optimum şekilde kullanılmış olur, hem de yarışmalar sırasında bayrağımızın da göndere çekilmesine vesile olur.
Yoksa biz seyreder ve burnumuzu da çekmeye devam ederiz.

Necdet Kestelli








TENİS FANATİKLİĞİ

BİRAZ DA TENİS FANATİKLİĞİ
(hep futbol olacak değil ya…)

TENİS, BEYAZ ve TEMİZ BİR SPORDUR.

TENİS BİR OKULDUR, EĞİTİMDİR, GÜVENDİR, GÜVENCEDİR…
Çocuk iken, Tenis ile daha ilk tanıştığınız günden itibaren bu beyazlığı , bu saflığı, temizliği, samimiyeti hissedersiniz içinizde. Yalnız Siz değil, anneniz, babanızda bunu hisseder ve bu yüzden Sizi yönlendirirler tenise, desteklerler, teşvik ederler, istediğiniz raketi alırlar, Sizi orada, kulübünüzün güzel, huzurlu ve güvenli ortamında rahat bırakırlar ve kendileri de rahat ederler, gözleri arkada kalmadan…

Onlar için önemli ve öncelikli olan Sizin sporunuz değil, temiz bir muhit içinde sokakların tehlikesinden uzak, güven içinde bulunmanız ve güzel arkadaşlıklar kurmanız, doğru bir hedef uğruna sağlıklı ilişkiler içinde yetişmenizdir. Daha sonra ve geçen senelerle beraber, bunun güzel bir spor olduğunu da öğrenirler ama amaç yine de ayni kalır aileniz için: önce ve daima sizin güveniniz…

TENİS GÜÇTÜR, TENİS MODADIR, TENİS ORTAMDIR…
Biraz daha büyüyüp yüzünüzde ergenlik sivilceleri çoğalmaya başladığında olaya bakışınız değişebilir… Etraftaki güzel genç kızların/erkeklerin ilgisini çekmek için yine en güzel ortam Tenistir. Ama bu sefer yalnız Tenis değil, tenisteki başarılarınız da rolü artmağa başlar ki bu da Sizi kamçılar. Ve TENİS in BAŞARI olduğunu, ÜN ve ŞÖHRET getirdiğini, bu sporun artılarını görerek veya bizzat yaşayıp, gizli bir zevk içinde öğrenirsiniz...

TENİS BİRAZ DA HAYAL ETMEKTİR…
Bir turnuva kazanıp şampiyon olsam, takıma alınsam, milli takıma seçilsem, bir gün ATP / WTA turnuvalarına katılabilsem ve ROLLAND GARROS’da turnuva seyredebilsem gibi hayaller bir gün gerçekleşebilir; yeter ki tenisten HİÇ uzaklaşılmasın…

VE NİHAYET TENİS BİR SPORDUR…
Turnuvalarda oynayabilmeniz, iyi kortlara çıkabilmeniz, taraftarlarınız artması, alkışlar, gazetelerde (eskiden daha çok çıkardı) resimleriniz, şehir dışı turnuvalara katılabilmeniz için ailenizden kolay ve rahat çıkan izinler, kendinize duyduğunuz güven ve beğeninin artmasını sağlar. TENİS in DOSTLUK, bir “SHOW”, bir önemli MARKA olduğunu anlamağa başlarsınız.
Ama en önemlisi
TENİS BİR DÜŞÜNCE TARZIDIR, HUZURDUR, MUTLULUKTUR,
TENİS DÜRÜSTLÜKTÜR,
TENİS DÜZENDİR, KURALLARA UYMAKTIR,
TENİS CAMİAYA, RAKİPLERİNİZE ve İNSANLARA SAYGIDIR
TENİS SÜREKLİ GENÇLİKTİR,
TENİS HAYATTIR,
TENİS AŞKTIR,
ve nihayet
TENİS BÜYÜK BİR TUTKUDUR… ÖMÜR BOYUNCA…
Ama TENİS KOLAY KOLAY YAŞATMAZ DA;  DOYURMAZ DA!

Gelecek sorunları önünüze çıkınca, bu güzel dünyadan mecburen uzaklaştırılırsınız, uzaklaşırsınız. Haklı olarak da önce geleceğiniz gelir, gelmelidir tabii ki…

AMA, TENİS’TEN KOPULMAZ
Ve seneler sonra şu veya bunun tesiri ile zorda olsa, içinizde ki arzu su üstüne çıkar ve işte yine o güzelim kortlarda bulusunuz kendinizi… Boşuna 7 ‘den 70’e dememişler (şimdilerde ise 5’ten 90’a demek gerekir herhalde)
Amaç ve bakış açısı değişmişte olsa TENİS OYUNDUR, TENİS EĞLENCELİ BİR SPORDUR,
AMA HİÇBİR ZAMAN TEK BAŞINA BİR YAŞAM TARZI DEĞİLDİR...


Necdet Kestelli
10 Aralık 2008 – Tenisx Web sitesi için

25 Temmuz 2008 Cuma

EFSANE OYUNCULARA DOYUM OLUR MU?

EFSANELER VE KORHAN ABAY
Pazar sabahı posta kutuma düşen bir haber beni pek şaşırtmadı. Sevgili Sultanili Korhan Abay kardeşim TED’te ki muhteşem tenis şölenine gereken ilgiyi göstermiyorlar diye sitem ediyordu tenisseverlere. Pek sanmıyorum ama umarım, bu sitem birkaç kişiye de olsa tesir etmiştir. Teşekkürler Korhan...

Aslında yalnız veteran tenisseverlerin değil, genç oyuncularımızın bile, her ne kadar sıcak hava ve yaz tatilleri dolayısı ile boşalmış olan İstanbul’a büyük özveri ve fedakarlıklarla getirilmiş bu tecrübeli ve hakikaten efsane oyuncuları seyretmeleri, onlardan bir şeyler kapmaları gerekirdi diye düşünüyorum. İzmir’den bile sırf onları seyretmeye gidenler olduğuna göre, İstanbul da oturanların da haydi haydi gitmeleri gerekmez miydi? Tabii ki evet...Ancak bizde ki çoğu tenissever (hakiki tenisseverleri tenzih ederim) yalnızca tenis oynamayı, raket sallamayı, kortta gırgır geçmeyi sevdiklerinden, TV’lerde naklen yayınlanması dışında Pioline - Muster ile Ivanisevic – Meligeni arasında oynanan unutulmaz maçları izlemek için kendilerini pek zora sokmuyorlar anlaşılan. Temmuz 2008

BAŞARININ YOLU

TENİS’TE BAŞARI İÇİN
1.Zihinsel güç, inanç, savaşçılık.
2.Teknik kabiliyet.
3.Hız ve
4.Dayanıklılık
En önemli dört olmazsa olmazdır. Kulağınızda bulunsun.

İster performans olsun, ister mucize, her sporda başarıya saha kenarından değil, tam sahanın içinde varılır, orada kendileri ile baş başa kalmış mücadele eden oyuncular tarafından...Gerisi neredeyse boştur...Temmuz 2008

SPOR: ZOR SANAT!

SAHADA TEK BAŞINA
İster ekip müsabakası, isterse bireysel müsabakalar olsun, oyuncular saha içinde daima tek başlarına, ya da ekip arkadaşları ile baş başa mücadele ederler. Nadal’ı düşünün: ekibi tribünlerde…Yalnız “vamos” demekle bu neticeye varılabilir mi? Hiç sanmıyorum! Federer ise yalnız: antrenman arkadaşları var ama koçu bile yok. Aslında ne fark eder ki? O da Nadal gibi ister arkadaşları, ister taraflarının motivasyonu olsun kortta yalnız, yapayanlız…Topa vuran da O, servisi atan da, inanılmaz deparlar atan da yine O, harikalar yaratanda…

Avrupa Futbol şampiyonasında takımımızın gerçekleştirdiği mucizelerin bu ikilinin gerçekleştirdiği performanstan ne farkı var? Daha doğrusu farkı var mı acaba? Saha kenarında karizmayla, homurdanışla, el kol hareketleriyle takımın yönetildiğini farz etmek biraz saflık olmuyor mu? Bu kişilerin olsa olsa neticeye, o da takımda ki değişikliklere karar verebildikleri için % 5 bir katkıları oluyorsa ne ala değil mi?

İster performans olsun, ister mucize, başarıya saha kenarından değil, ancak tam sahanın içinde varılır…Orada kendileri ile baş başa kalmış mücadele eden oyuncular tarafından. 16 Temmuz 08

KUTLAMALAR ve BEKLENTİLER

Kültürpark Tenis Kulübünü kutluyorum...

Tabii bu kararı verebilen yönetimi, özellikle de Türkiye Tenis Federasyonu (TTF) 1. Lig Play Off müsabakalarında kaybetmiş olsalar da iyi mücadele vermiş olan gençlerimizi candan kutluyorum.
Neden mi kutluyorum? Senelerdir özlemini çektiğimiz, hiç transfer yapmadan, geçici ithal oyuncu kullanmadan, kendi ÖZ oyuncularıyla, bizlerin çocuklarıyla, evlatlarımızla, gençlerimizle müsabakalara çıktıkları için. Alınan neticeler hiç önemli değil.
Birinci olunmuş, sonuncu olunmuş konu bile edilmez. Edilmemeli! Önemli olan bizim çocuklarımızın sportmence mücadele edip, kulüplerini efendilikleriyle temsil edebilmeleri değil mi?
Kazanacakları günlerde gelecektir elbette...

TED kulübü hem erkeklerde, hem de bayanlarda hiç maç kaybetmeden birincilikleri almış. TED’i de ayrıca istikrarı, motivasyonu ve de başarısından dolayı kutlamak gerekir. Türkiye’nin en eski ve en güçlü kulübü olarak, yabancı ithal oyuncuları olmadan da bu neticeye ulaşabilecek durumda zaten. Bir hayalim var: ve diyorum ki keşke tüm takımlar ithal ve transfer oyuncu kullanmadan liglere katılabilse, ithal tenisçileriyle de hem yeni yeni antrenörler, hem de öz gençlerini yetiştirebilse ve de onları dünya kortlarına gönderebilseler...Ne dersiniz olmaz mı? Kaldı ki artık bireysel sporumuz teniste ne ülke şampiyonluğu, ne de lig gibi takım şampiyonluğu gibi unvanların bir önemi kalmadı. Tek önemli ve cazip olan uluslar arası müsabakalar...Ve tabii orada alınan puanlar...

23 Temmuz 2008
Necdet Kestelli

OLİMPİYATLAR ve TENİS

OLİMPİYAT OYUNLARI YAKLAŞIRKEN

TENİS, PEKİN 2008 OLİMPİYADI ve BİZ
1896 yılından (bayanlar 1900) çıkarıldığı 1924 yılına kadar olimpiyat oyunları içinde yer alan tenis sporu, 60 yıl aradan sonra 1984 yılında gösteri sporu olarak ve 1988 yılında ise Seul olimpiyatlarında resmen ve tekrar olimpiyat oyunları içine alınmıştır. Bu günlerde de tenis dünyasında ki ATP ve WTA düzeninin tabii takvimi içinde yer almaktadır. Engelli tenisçilerin müsabakalara başlaması ise 1992 yılında Barcelona’da gerçekleşebilmiştir.

İlk olimpiyat madalyasını erkeklerde Irlandalı John Boland, Yunanlı Dionysios Kasdaglis’i yenerek kazanmış, bayanlarda ise ilk şampiyon İngiliz Charlotte Cooper olmuştur. 2004 yılında yapılan Atina olimpiyatlarıyla da dünyanın önde gelen sporcularının katıldığı ciddi bir disiplin haline gelmiştir.

Tenis müsabakaları Olimpiyatlarda, Grand Slam’lerde olduğu gibi 7 maçta değil, en çok 6 maçta neticelenmektedir. Ayni şekilde 128 kişi yerine, 64 kişi üzerinden yapılacak olan elemelerden ana tabloya çıkan 6 kişi, iki özel davetli sporcu ve de 9 Haziran 2008 tarihinde ki dünya sıralamasındaki yerleri ile ana tabloyu hak eden 56 kişinin oluşturacağı 64 lük fikstür ile gerçekleşmektedir. Ancak asıl önemli olan ülke bazındaki katılımlardaki kısıtlamalardır.

Evet, her ülkeden Davis kupasına veya Federasyon kupasına en az bir kere katılmış teklerde en fazla 4 erkek ve dört bayan tenisçi, çiftlerde ise iki takımla katılabiliyor. Ülkeler kendi sıralamalarını istedikleri gibi yapabiliyorlar

Pekin olimpiyatları sırasında, tek ve çift erkekler, tek ve çift bayanlar tenis müsabakaları açık alanlarda ki sert zeminli kortlarda, 10 - 17 Ağustos tarihleri arasında 3 set üzerinden, final maçları ise erkeklerde 5 set üzerinden oynanacaktır. Başarılı oyuncuların altın, gümüş ve bronz madalya kazanacağı maçlarda, tüm oyuncular da dünya sıralamalarına katkıda bulunacak ATP veya WTA puanları kazanacaklardır.

Pekin’de Roger Federer ikince defa, Ana Ivanovic ise ilk defa seri başı olacaklar,
Bu güne kadar Olimpiyatların kraliçesi 2 altın (1984-88) ve bir gümüş (1992).ile Alman Steffi Graf idi. Bakalım değişecek mi?
Olimpiyatlarda en çok kazanan ülkelerin başında 15 altın madalya ile Amerika Birleşik devletleri, arkasında 12 madalya ile İngiltere, 5 madalya ile Fransa ve 4 madalya ile Almanya gelmekte.
Olimpiyatların ilk günlerinden beri tenis branşında altın madalya kazanan erkekler şöyledir:
2004 - Nicolas Massu (Şili)2000 - Yevgeny Kafelnikov (Rus)1996 - Andre Agassi (USA)1992 - Marc Rosset (İsviçre)1988 - Miloslav Mecir (Çek)1984 - Stefan Edberg (İsveç)...1924 - Vincent Richards (USA)1920 - Louis Raymond (Güney Afrika)1912 - Andre Gobert (Fransız) kapalı, Charles Winslow (G. Afrika) açık1908 - Arthur Gore (İngiltere) kapalı, Josiah Ritchie (GBR) açık 1904 - Beals Wright (USA) 1900 - Laurence Doherty (İngiltere)1896 - John Boland (Irlanda)
Bayanlarda ise: 2004 - Justine Henin (Belçika)2000 - Venus Williams (USA)1996 - Lindsay Davenport (USA)1992 - Jennifer Capriati (USA)1988 - Steffi Graf (Almanya)1984 - Steffi Graf (Almanya)...1924 - Helen Wills (USA)1920 - Suzanne Lenglen (Fransa)1912 - Edith Hannam (İngiltere) kapalı, M. Broquedis (Fransa) açık1908 - Gladys Eastlake-Smith (GBR) kapalı, Dorothea Lambert-Chambers (İngiltere) açık1904 – Müsabakalar yapılmamıştır1900 - Charlotte Cooper (İngiltere)1896 - Müsabakalar yapılmamıştır.
Bize gelince, birçok dalda olimpiyatlara katılıyor olmamıza rağmen henüz tenis’te katılmaya imkan bulamadık.
Ülke şampiyonluklarını her şeyden daha önemli gibi görmekten asıl önemli ve değerli olan dünya sıralamasının göz ardı etmişiz. Aslında zaten bu hedef için ne sponsorumuz, ne devlet desteğimiz, ne de arzumuz olmamış. Katılabilmiş olmanın bile çok önemli olduğu dünya çapındaki bu olaya tenis gibi özellikli bir branşta da katınılması için devletimizin yönlendirici ve destekleyici olması gerekmez miydi? Bereket sponsorsuz ama tenis aşığı örnek milli oyuncumuz İpek Şenoğlu ve de Tac kulübünün Özbek asıllı sponsorlu Milli oyuncusu Marsel İlhan bu yola başlarını koymuşlar; raketleri sırtlarında turnuva turnuva dolaşıp puanlarını toplamaya çalışıyorlar. Umarız ikisi de bu imkanı elde eder ve de en azından elemelere katılırlar.
Evet, tenis bireysel bir spor olmakla beraber, burada başarılı olanların başarısı ülkelerinin başarısı olmaktadır. Zaten bireysel sporlarda yalnız milli düzeyde elde edilen başarı artık başarı olmaktan çıkmıştır. Bunu anlayıp, hazmedip, hedef olarak koyduğumuzda muhakkak ki uluslararası arenalarda sesimiz daha çok duyulacaktır. Temmuz 2008

27 Nisan 2008 Pazar

ÜCRETSİZ SPOR OKULLARI

Belediyeler sportif tesisler için yarış yapıyorlar da, sporun eğitimine yeteri kadar önem vermiyorlar sanıyorum. Öncelikle popülist bir yaklaşımla ücretsiz veya çok cüzi bir rakamla kurslar düzenlediklerini söylüyorlar. Güzel bir yaklaşım da, böyle olunca da talep çok oluyor. Aslında görünüm olarak çok güzel, ancak bu kurslar yeteri derecede sevdirici, öğretici ve eğitici oluyor mu acaba?

İşte burada şüphelerim var: birincisi talep artınca bir hocaya düşen öğrenci sayısı çok artıyor, hocanın bir öğrenci için harcadığı süre azalıyor. Dolayısıyla da hocanın verimi düştüğü gibi kurslardan alınan netice de azalıyor. Kaldı ki bir de bu kurslara hakikaten ilgi duyanların yanında “hadi benim evladım da katılsın nasıl olsa bedava” yaklaşımının da tesiri var. Sporuna göre değişmesine rağmen, daha çok bireysel sporlarda bir hocanın en çok 5, bilemediniz 6 talebesi olması gerekir. Bundan fazlası hedefi yanıltır.

Bunun nedeninin önce yeterince hoca olmamasından, ayrıca olanlarında da ücretlerle yeteri kadar motive edilmemelerinden kaynaklandığını sanıyorum. Demek ki neticeye kısa yoldan gitmek için, önce hoca yetiştirecek hocalar bulacağız (burası tüm kulüplerimiz için de geçerli), hocalar yetiştikten sonra da hoca sayısına göre talebe alacağız ve kurslar bedava olmayacak. Ve de tabii ki bu kursların gelirleriyle de hocalarımızın tatmin olmalarını sağlayacağız. Tıpkı yumurta - tavuk misali... 19 Mart 2008

İYİ GÜN DOSTLARI!

İnsanlar, inandıkları ve katkıda bulunmak istedikleri belli amaçlar için gönüllü olarak bir araya gelirler. Statüler hazırlanır, dernekler, vakıflar, birlikler, kulüpler kurulur ve seçilen yönetim hızlı bir şekilde çalışmaya başlar. İlk düşünülen faaliyet ise genelde üye sayısını arttırıp, kuruluşun imkanlarını geliştirmektir. Tabii bu zaman ister, ancak iyi çalışılırsa kısa sürede, başta kıramayan eş dosttan olmak üzere epey yeni üye kaydedilir.

Üye demek maalesef öncelikle aidat, yani para demektir. Aidatınızı ödemeyi geciktirirseniz başka türlü bakılmaya başlanırsınız. Öderken iyi oluyor da, ödeyemeyince mi kötü olunuyor acaba? Evet, bu işler maalesef böyle ve bu gibi olayları her konuda duymaya devam ediyoruz maalesef.

Ödenmiyorsa bir sebebi vardır her halde! Belki bir zor durum, bir hastalık veya başka bir şey, belki de tatminsizlik, aradığını bulamamış olmak gibi. Aslında tabii ki hangisi olursa olsun bu durumların da ilgili yöneticilere beyan edilmesi gerekir. Çünkü çok zaman insanlar bu gibi gelişmeleri açıklamaktan çekinirler. İlgililer de duyumlarla hareket etmeye başlarlar, hem de büyük bir vurdumduymazlıkla maalesef. Nedeni sorulup, varsa üyenin derdine, hiç olmazsa moral yoluyla, derman olmak varken, ödeyemeyen hemen unutulur. Böyle mi olmalıdır gönüllülerin örgütleri, yöneticilikleri? 18 Mart 2008

VAZGEÇİLMEZLİK!

Bilirsiniz, mezarlıklar kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur. Orada yatanlara tabii ki söyleyebilecek bir sözümüz yok. Ancak bu gerçeğe rağmen hala birçok insanın kendini vazgeçilmez olarak görmeye devam edebilmesi şaşırtıcı.

Bu onların her şeyin en iyisini bilmelerinden, aslında ve daha doğrusu bildiklerini zannetmelerinden kaynaklanmaktadır: malum yalnız onlar en çok çalışır; en becerikli, en yetenekli, en bilgili onlardır; onlarsız hiçbir şey olmaz...önce kendi işlerini yapsalar ya...08.04.2008

MORALLER BOZULMAMALI

Moral bozukluğunun ve de suçlamaların devam etmesi kimselere yarar getirmez. Bir an önce bu ataletten kurtulup, yapılmış tecrübesizlileri, edinilmiş tecrübeye çevirerekten ilerisi için çalışmaya ve birliktelik içinde önümüze bakmak tek yolumuz olmalı...Ama “ikinci bir EXPO hayaliyle değil, İzmir’i Akdeniz’in yıldızı yapmak için”, uçuk projelerle değil, gerekli öncelikleri çok iyi tespit ederek...

TECRÜBESİZLİK Mİ?

Başlangıçta, yapılan ilk çalışmalarda bazı hatalar ve tecrübesizlikler olmuş olabilir. Ancak görevliler senelerce canla başla ve gece gündüz çalıştılar. Sağ olsunlar: netice ne olursa olsun onları alkışlamalı ve teşvik etmeliyiz, moral vermeliyiz, hiçbir ayırım yapmadan...

EXPO hepimizindi: herkes çeşitli sebeplerle EXPO’nun İzmir’e alınmasını istiyordu...Bunların arasında İzmir’in gelişmesi, bir Dünya kenti veya Akdeniz’in yıldızı olması gibi çok ulvi düşünceler yanında, uzun vadeli büyük yatırımların çoğalması, işlerin açılması gibi ekonomik beklentiler de vardı. Belki de bunlar ağırlıktaydı. Ancak konusu sağlık olmasına rağmen, maalesef yeteri kadar işlenemedi. Benzer uluslararası girişimlerde önemi çok olan imajımıza yine çok önem verilemedi. Ve nedense, Milano küçümsendi! 08.04.2008

HEP BÖYLEDİR, MAALESEF...

Bir girişim iyi de bitse, kötü de bitse arkasından kolaylıkla söylenecek çok laf bulunur, ahkam kesilir... Evet, EXPO bitti ve yetkili yetkisiz, ilgili ilgisiz, payeli payesiz, fikirleri sorulsa da sorulmasa da kimi insanlar üzüntülerini, kimileri acizane tespit, düşünce ve önerilerini, kimileri ise, sanki bir şeyler yapabileceklermiş gibi, adam yerine konulmadıklarını bas bas bağırarak eteklerinde ki taşları kabaca ve ulu orta dökmeye başladı.

Bu çok seslilik ile bazı gereksiz yaklaşımlar, tabii ki biz İzmirliler olarak bu olaya candan ve samimi yaklaşımımızın asıl göstergesi oldu. İzmirliler diyorum, çünkü İzmirliler dışında gösterilen cüzi ilginin göstermelikten ileri gitmediği fazlasıyla belliydi. Maalesef...

KADIN: GÜZEL BİR GELİŞME

Spor dünyasının dışında, iş dünyamızda da birçok başarılı hanımın, yalnız ülkemizde değil, dış ülkelerde elde ettikleri başarılarını her geçen gün daha fazla duyuyor ve öğreniyorsak, bu gelişmelerden dolayı çok mutlu olmamız gerekir diye düşünüyorum. Her ne kadar ülkemizde başta hükümet olmak üzere, şirket ve de sivil toplum kuruluşlarında hanımların önemli ve yetkili yerlerde bulunması yadırganmaktan öte, istenmiyorsa da, hanımlarımız iş dünyasını dışında da kendilerine yeni yollar yaratarak vitrin ve göstermelik olmaktan kurtularak çok erkeklere rağmen önemli görevler üstlenmeye başladılar.
Ancak mutlu oluyoruz. Yeter ki çoğalıp devam etsinler...

Zaten ERKEKLER “OUT”; KADINLAR “İN” değil mi?
Özellikle televizyonlar büyük bir açılım oldu onlar için. Artık ana haberlerinde, yorumlarla da, yaptıkları özel programlarla da büyük beğeni kazandıkları gibi, bu güne kadar hep erkek meslektaşlarının yaptıkları işlere de el atmaya başladılar. Karizmatik ve vazgeçilmez erkeklerin yerine spor programlarını bile artık onlar yönetiyorlar. Hem de erkeklere taş çıkartarak.

Umarız bu küçük başlangıç sayesinde televizyonlarımız daha seyredilebilir bir hale gelir ve de taşlar yerine oturur. Yeter ki hanımlarda cesur ve sebatkar olsun ve de kendilerini her konuda daha da geliştirsinler...09.04. 2008

HAYAT DEVAM EDECEK

EXPO’yu kazanamadık, ama hayat devam ediyor, devam da edecek zaten, tıpkı bazı önemli projelerinde gündemlerimizde kalmaya devam edeceği gibi...Sonunda ölüm yok ki.

Yalnız “ hiç kimse vazgeçilmez değildir” bilinciyle ve kanımca bu neticeden önemli, ama bir ders çıkarmamız gerekiyor. Uluslararası arenalarda başarılı olabilmek için, kendini beğenmişlik bir kenara bırakılmalı, kişisel çıkarlar ve kurumsal sürtüşmeler tamamen yok edilmeli, asgari müştereklerde birleşme sağlanmalı, olabildiğince çok konuda konsansüs sağlanmalı, her şeye rağmen tek vücut olunmalı, yapılmış olan hatalar kimseleri suçlamadan cesurca tespit edilmeli, buna göre gerekli düzenlemeler ve değişiklikler objektif olarak öngörülüp yapılmalı ve de el ele çalışılmalıdır. Hem de çok aceleye getirmeden...09.04.2008

DEĞİŞMEYEN MARKA:

Cevat’ın Yeri
Cevat, Çeşme’nin şipşirin Dalyan Köyünde büyümüş. Dalyan köy aslında küçük ve dar bir koy: bir sürü irili ufaklı kayık, motor, tek tük teknenin barınağı idi bir zamanlar. Üşenmeden İzmir eski yolundan gelen müşteriler, o zamanlar neredeyse tek mekan olan “Cevat’ın Yeri”ne gider, tahta iskemlelerde eğri büğrü çatal bıçaklar ile hazırlanan servisin yanında nefis yöresel mezeler, çok kaliteli ve bol zeytinyağı ile hazırlanmış salata ve kıvamında ızgara yapılmış tap taze balıklar, kalamar ve ahtapot.

Bugün, etrafında ki tüm ve çok kaliteli, ayni zamanda meşhur balıkçılara rağmen, kardeşlerinin de destekleriyle giderek büyüyerek, modernleşerek ama katiyen kalitesinden taviz vermeden yaz- kış hizmete devam edebiliyor. Umarız ilelebet te devam eder ve “Cevat’ın Yeri” de hep yaşar.
Dalyan’ı balık severlerin uğrak yeri ve marka yapan, camiasına örnek olan Cevat kardeşimizin takdir edilip ödüllendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. 11.04.2008

16 Nisan 2008 Çarşamba

ŞIK BARİYERLER

Artık pek bir şıklıkları da kalmadı ama güzel bir başlangıçtı en azından. Önce arabalar kaldırıma çarpmasın ve güzel bir görünüm versin diye büyük büyük kalaslar birinci kordonda ki otopark yerlerinin arkasına konulmuştu. Daha sonra iç caddelere de ayni uygulama yapıldı. Ama tabiat şartları ve insanlarımız arabalarıyla gide gele, bariyerlere çarpa çarpa parçaladılar, yok ettiler o ince düşünceyi. Aslında o düşünce de kullanılması düşünüldüğü yer olarak fazla inceydi ama ne olursa olsun bir yenilik olarak yapıldı ve yakıştı İzmir’e. Artık parçalanmış vaziyette ve cıvataları serbest ortalarda duruyorlar öylece.... Yarattığı tehlike de cabası...Keşke kanaletler, bilmem kaçıncı defa tamir edilirken, bunlar da bir elden geçirilseydi...

Ayni malzemeden bisiklet park yerleri de yapılmıştı, fakat neredeyse hiç kullanılmadan kalasları çürümeğe başladı. Düşünce yine çok güzeldi ama konuldukları yerler yine maalesef iyi seçilmemişti.

İşlevi yerine getirmedikten sonra güzeli ne yapalım değil mi...Hele hele sokağa atacak paramız yokken...
15.04.2008

ARAMAK YETİYOR MU?

ÇÖP KUTUSU!
En basitinden çöp kutularını düşünürsek, arıyoruz da her yerde bulabiliyor muyuz? Hatırlıyorum, gazetelerde okumuştuk...İnciraltı yolu etrafında ki çok fazla çöp kutusundan şikayetler geliyordu sık sık. Neymiş, on metrede bir çöp kutusu konmuşmuş. Sevineceklerine şikayet etmek biraz ayıp olmuyor mu acaba?

Alsancak, Mustabey caddesi, Cumhuriyet bulvarı, Atatürk Bulvarının (birinci kordon) kara tarafında bir tane çöp kutusu bulabilene aşk olsun. Hapşırsanız mendilinizi atacak bir yer bulamazsınız. Bir çağla yeseniz çöpünüzü evinize götürmek durumunda kalırsınız ne yazık ki. Ama ağaç dipleri çöp içindedir. Ne yapsın insanlar, belki çöp kutusu olsa kullanacaklar ama...Yok ki!

Her apartmanın cüssesine göre büyük yeşil plastik çöp kutuları var. Hem de tekerlekli. İnsanların yanan izmaritlerini bile atabildikleri bir ortamda ne yapabilirsiniz korumak için? Az parada değil hani...İçeri koyup çıkarmak, temizliğini sağlamak daha zor olduğu için yağlı paslı her türlü ev atıklarını akşamları çeşit çeşit torbalar halinde sokak başına yığıyor kapıcılar.

Çöpçülerin çöpleri alıyorlar da arkalarından da ayrı adam tutup yerlere akmış yağları temizlemek gerekiyor. Ama kim yapıyor ki! O yüzden her yer leş gibi maalesef. Belki de hak ediyoruz, çünkü bu durumu takana, bu durumlara infial edenlere de pek rastlamıyoruz aslında. Belki bir gün...ama ne zaman?
13 .04.2008