Bu Blogda Ara

9 Ekim 2007 Salı

KENDİ KENDİNE REKLAM

 
İNSAN KENDİ REKLÂMINI NASIL YAPAR?

Bal gibi ve de kolay kolay yapar. Hele hele elinde her türlü imkan varsa, neden de yapmasın?
Peki nasıl yapar?
Tabii ki yaptıklarını, yapacaklarını sıraya sokup, cek ve caklarla süsleyip, olabildiğince her yerde, yazılı ve görüntülü medyada, sesli olarak radyolarda, bez afişlerde, mecmualara verilen pahalı reklamlarda, dağıttığı el ilanlarında, bültenlerinde duyurur hedef kitlesine, müşterilerine, taraftarlarına...Boy boy resimlerle, sayfa sayfa methiyelerle ...
Yalnız yaptıklarını mı? Yaptığını, başardığını zannettiklerini, yapacağını, düşündüğünü, hayallerini de ballandıra ballandıra anlatmaz mı bunlar?

İnsanoğlu kendi yaptıklarını, yalnız kendi gözlüklerinde bakarak tabii ki çok beğenir. Çok doğal. Peki, başka gözlüklerden bakanlar bunlara ne diyebilir? Belki de hiç bir şey: o kadar az konuşan, çok susan bir milletiz ki! Ancak yapılamayanlar, yapılması gerekenler yanında, senelerce uğraş verdikten sonra hasbelkader yapılmış basit işlerle övünmek kime ne yarar sağlar acaba? Kendilerini ve insanları aldatmaktan başka... Ve yapacak bir sürü doğru dürüst işleri olması gerekirken...

3 Ekim 2007

Necdet Kestelli



 

7 Ekim 2007 Pazar

KOMİK Mİ?


GÜNÜN KOMİĞİ
Kaldırım Standartından sonra “KASİS” lere STARDART konuyormuş!!!
Evet, standart’ı olmayan bir tek onlar kalmıştı...

YARDIMIN KÜÇÜĞÜ OLMAZ 7/12/2005

“Birileri, kendilerinden küçücük paralar ayırırken
birilerinin yüreklerine bu kadar mutluluk ve sevgi doldurduklarını biliyorlar mı acaba?
Yüzlerimizdeki gülücükleri onlara borçlu olduğumuzu biliyorlar mı acaba?
Biz, bu gece aç da kalabilirdik; ölmezdik de.
Ama onlar sevgilerini yolladılar bize.
Ve aslında, yaptıkları şeyin,
göründüğünden çok ama çok daha değerli olduğunu hiç bilmiyorlar."
Ne güzel söylemiş genç üniversiteli burslu talebemiz ...

YAZIKTIR 7/12(/2005

FAKİR ÜLKEMİZ
Fakir ülkemizin, batak içindeki kulüplerimizin ve futbol federasyonunun spor adına harcadıkları paraların cahilce ve kin ile yapılan rezil edici hareketlerin sorumlularına ödenmesini kınıyoruz...Bu ödenenlerle ne kadar çok eğitici işler yapılabilirdi düşünebiliyorsunuz herhalde?

İNSAN OLMAK


İNSAN GİBİ İNSAN OLMAK
Doğayı, çevreyi, hayvanları sevip akıl ile değerlendirmekle başlar...

DAYAK ATMAK ÇÖZÜM MÜ? 6/12/2005

Aile içi şiddet” konusu çok moda oldu. Aslında bu bir konudan çok bir gerçek ve de kolay değiştirilemeyecek ülkemizin, belki de insanlığın bir gerçeği, eğitimin pek etkin olamadığı bir gerçek. Maalesef bugün toplumlarımız da hala bununla övünenler var, daha da olacak. İnsan oğlu acayiptir: ne zaman, nerede, nasıl davranış sergileyeceği hiç belli olmaz...,.
Ünlüler bile artık rahatlıkla, yalnız bir tokat dahi olsa dayak yediklerini kolayca anlatıyorlar. Zincire bağlanan, kemerle dövülen, falakaya yatırılan, çocukları duymadık diyemezsiniz. Çocuklarının yüzlerinde meşhur beş parmak izi bırakan babalar kalmadı mı sanıyorsunuz.?
Evet dayak hiçbir şekilde hiçbir soruna çözüm olmadığı gibi, eğitim de bunun henüz bir çaresi değildir. Bu bir devir meselesi olup belli değişiklikler yaşandıkça azalacak ve belki de, bizlerin göremeyeceği bir tarihte umarız, unutulup bitecektir...

ÖDÜL TÖRENİ DEYİP GEÇMEYİN 6/12/2005

Ödülünü almak üzere kürsüye davet edilen bayan veya erkek, bir kültür insanının, sanatkarın, sporcunun işte rüyası ve beklediği en güzel an: Hak ettiği ödülüne kavuşmak Uzun çabaları, uykusuz geceleri, saatler süren mücadeleleri sonunda alın teriyle kazandığı ödülünü, seyircilerin, sevenlerinin ve de diğer yarışmacıların önünde almak çok büyük bir gurur ve sevinç kaynağı. Ne de güzel bir hatıra…

Ancak ne var ki ödül törenleri soğuk, fazla resmi bir düzen içinde yapılıyor. Konuşmalar uzadıkça uzuyor, velhasıl başarının tadına varıp eğlenileceğine mikrofonun esiri, ayrıca davet edilen sevilen ve çok sayılan önemli kişiler de meşgul edilmiş oluyor.

Bu törenler, bu olay için çırpınmış olan kültür insanının, sanatkarın, sporcunundur, onlar için yapılmalı, onlar daima ön planda olmalıdırlar: yorgunlukların acıları çıkmalı, neşeli dedikodular insanları güldürmeli, rakipler kucaklaşmalı ve ödül töreni unutulmaz bir şölene dönüşmelidir.

MUTLULUK İÇİNİZDE... 6-12-2005

Sedat çok efendi ve karizmalı bir arkadaşım. Sigortacılık yapıyor. Karısı 40’ına yakın ama 35 bile göstermiyor. Cin gibi de bir oğulları var. Maşallah çok mutlular.
Evet diyor Sedat ama bizi bir de 5-6 yıl önce görseydin!
Karısı Sibel; ince, hatta zayıf bile, ama modern. Üniversitede Turizm bölümünü bitirmiş. Evde oturacağına kocasının yanında sigortacılığa başlamış. Karı koca ayni yerde, bütün gün burun buruna kolay mı?
Daha sonra gümüş takı tasarım işlerine başlamış. Arkadan hamilelik, doğum derken oğulları İnanç 4 yaşında ana mektebine başlayıncaya kadar har gür içinde renksiz bir hayat...

Bir gün, Spor ile hiçbir ilgisi olmayan Sibel Hanım, zorla ikna edilip hasbelkader tenis kursuna kaydı yaptırılıyor.
Zor da olsa öğrenmeye başladıktan sonra sporu ve tenisi sevmeye başlıyor.
Bundan sonrasını kendi ağzından dinleyelim:
“Evet, güzel tenis oynamanın ve seyretmenin zevkine vardıktan sonra hayatım, dünyaya bakış açım değişti, pozitif enerji ile yüklendim ve de zannediyorum etrafıma da pozitif enerji saçtım... İnanamazsınız, rahat ve geniş bir insan oldum, yüzüm ve içim gülmeye başladı, şimdi hayatımı değiştiren bu spora tapıyorum; evet hayatım tenis, tenis te hayatım oldu ... artık çok mutluyum. Bu mutluluğum tabii ki aileme de sıçradı. Bu beni daha da mutlu etti. Tenis hayatımıza öğle girdi ki tenisten, teniste oluşan büyük dostluklardan artık kopamıyoruz... Bu arada kazanmaya başladığım kupalar ve ödüller beni çocuklar gibi sevindiriyordu. Benden ilham alan oğlumda, kocam da tenis oynamaya başladılar.. Yalnız onlar mı? Etrafımdaki tüm dostlarıma bunu tavsiye edip öneriyorum. Bana inanıp ta spora başlayanlar şimdi çok sevinçliler. Hayatımıza bir mana geldi diyorlar.”

Evet, mutluluk yakınızda, içinizde ; yeter ki onu zamanında keşfedin.

KAYBETMESİNİ BİLMEK 7-12-2005

Aradan bir süre geçti artık ve daha sakin düşünebiliriz...
İş hayatınızda, aşk hayatınızda, sporda ve hayatın her safhasında kazanmak
tabii ki güzel, ancak her zaman kazanılmaz ki! Kazandığınız zaman sevindiğiniz gibi, kaybettiğiniz zaman da ONURUNUZ ile arkanızdan konuşturmadan, rezil olmadan kaybetmeyi bilmelisiniz.
Bu mücadeleler bir savaş değildir. Kazanmak için öldüremezsiniz, öldürmemelisiniz: kazanmanın da kuralları vardır. Ayni şekilde kaybettiğiniz de de bazı kurallara uymak durumundasınız. Tek başınıza yaşamıyorsunuz..
İsviçre engelini yenerek bile aşamadıysak sonunda ölüm mü var?.. En nihayeti bu Dünya Şampiyonasına katılamayacağız. Oldu bir kere. Zaten gitmek için netice de tüm rakiplerinizden daha üstün olmalısınız. Hem sporcu olarak, hem de insan olarak...

Onların hatası yok mu? Tabii ki vardır. Ancak maçlar Stadyumlarda başlar ve orada da biter. Uzatmanın, kin beslemenin, bunu yaymanın, acısını çıkartmayı düşünmenin kimseye yararı olamaz. Ancak kötülük tetiklenmiş olur. TV bantlarını izledikçe, haklı veya haksız aleni atılan tekme ve yumruklar insanı isyan ettiriyor. Spordan soğutuyor çoğumuzu!.

Unutmayın "keskin sirke küpüne zarardır". Motive edeyim derken insanların gözlerini döndürmemek lazım. Takımlarda kişilerin değil takımın akıbeti önemlidir. Netice bir veya bir kaç kişinin şanına şan katacaksa o işte bozuk giden bir durum var demektir. Getirildikleri yerleri hazmedemeyenlerin başarı özlemleri, ve sert karakterinden kaynaklanan korkunun oluşturduğu SİNİRSEL durumlar BULAŞICIDIR, tehlikelidir, görüldüğü gibi kontrolden çabuk çıkar. Ve cezasını hep beraber çekeriz maalesef...

SARMAŞIKTA İLK YAZIM 6-12-2005

BAŞLARKEN
İlk yazının insanın uykusunu bile kaçırtacağını tahmin edersiniz herhalde... Evet, yazmaya alışkın olmama rağmen, burada ele almaya çalışacağım yeni konular ve yeni okuyucu kitlem beni hem heyecanlandırıyor, hem sevindiriyor, hem de ürkütüyor biraz...
Dünyamız giderek düzleşiyor, şeffaflaşıyor. Ayrıca takip edemeyeceğimiz kadar da hızlanıyor ve çok karmaşıklaşıyor.
Ben buradan,   etrafımızı sarmalayan haberleri, olayları, fikirleri; tek kelimeyle yaşamımızı değişik bir açıdan ve benim gözlüğümden bakarak, basit ve anlaşılır bir şekilde, felsefe yapmadan, onların görünmeyen kısımlarına ve derinliklerine inmeye çalışarak Sizlere ulaşacağım. Bundan böyle, benden soru ve katkılarınızla da ayrılamayacağınızı umarak başlıyorum. Bana çabuk alışırsınız, hiç merak etmeyin...

MÜZİK ve SPOR

MÜZİĞİ HEP SEVERİZ DE...

Kültürpark’a çok sık giden bir vatandaş olarak, Açık Hava tiyatrosunda yapılan bazı müzik ve sanatsal çalışmalar sırasında, uzaktan da olsa duyulan ve rahatsız edici, ne olduğu pek anlaşılmayan seslerden dolayı oyunu bırakıp oralardan bir an önce kaçıp kurtulmak istediğimi hatırlıyorum.
Ancak bu sefer ki çok farklıydı: ben maç yapıyordum ve arkamdan nefis bir müzik yayılmaya başlamıştı birden. Her zamankinden farklı, özlediğimiz, içimizi dolduran bir müzik.

Sonradan öğreniyorum ki bu, İzmir Devlet Opera ve Balesnin, sezonun açılış konseri öncesi Açık Hava tiyatrosunda yaptığı son çalışma, bir gün sonraki konserin son provasıymış. Ve ben orada ilk defa, kazanmayı, kaybetmeyi unutarak, kulaklarım orkestrada, müziğe de ayak uydurarak, hiç bitmesin diyerek zevkle oynamaya devam ettim mest olarak, sükunet içinde.

Bakıyorum maç seyredenler de, seyrettikleri maçı; yemek yiyenler de çatal ve bıçaklarını bırakmışlar. Büyük bir sessizlik içinde uzaktan gelen müziğe kaptırmışlar kendilerini...Hayranlıkla, özlemle, nefeslerini tutarak...

Bazen oluyor böyle güzellikler: Keşke sık sık olsa...Her yerde, herkes için...

2007

Necdet Kestelli

KÜLTÜR KARINCALARI 2010'a YÜRÜYOR!

KÜLTÜR KARINCALARI

Kültür Karıncaları projesi, İstanbul Valiliği, İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Özel Sektör Gönüllüleri Derneği, Boyner grubu ile işbirliği içinde, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı tarafından geliştirilmiş, kültürel değerleri “uyaran” olarak kullanan İlköğretim Okullarının 6. sınıf öğrencilerine yönelik özgün ve interaktif bir eğitim modelidir. http://www.kulturbilinci.org%20/

Kültür Karıncaları projesinin amacı, “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti" kavramını kullanarak, çocukları, özel eğitimden geçmiş (üniversite öğrencileri ve üniversite mezunu özel/kamu sektöründe çalışan gençler) İstanbul gönüllülerinin rehberliğinde, yaşadıkları İstanbul'un kültürel değerlerinin farkına varmalarını, benimseyip korumalarını sağlayıp, onlarda kalıcı davranış değişiklikleri ve kentlilik bilinci oluşturup kazanımlarını yakınları ile paylaşmaya özendirmektir.

Basit bir önerim var: Yukarıda ki paragrafta yer alan İstanbul kelimelerini çıkarıp yerine İzmir’i yerleştirelim. Sonra da “İstanbul 2010” yerine “EXPO 2015 İzmir” yazalım ve tekrar okuyalım. Ne dersiniz faydalı olmaz mı? Tüm, resmi, özel ve kişisel EXPO ilgililerine duyurulur.
12 Ekim 2007 

Necdet Kestelli